47- SEN BEN LENİN BİR DE METİN (1)

(NOT: Bu yazı 18 Aralık 2021 tarihinde kaleme alınmıştır.)

Pandemi sendromuna kapılalı yirmi bir ay olmuş. Henüz sonu yok bunun. Nasıl olsa yaz tatilinde kalabalıklar içerisine katılmadın mı, diyerek kendime güç vermeye çalışıp yavaş yavaş olağan hayata dönmenin nişanesi olarak kültür sanat izlenceleri içerisine girmeye karar verdim. 

Tiyatro sahneleri hep kalabalık. Sinema salonları her zamanki gibi daha seyrek. Ürküntüm gidesiye kadar şimdilik sinemaya yatkınım. Aslında laf aramızda “baskı altında kalarak (!)” sezonumu ta bir ay öncesinden tiyatro sahnesinde açtım Ankara’da dostumuz Murat Demirbaş’ın “Meddah”ını izleyerek. 

Bu sefer bir film seçmem lazım. İyi de o kadar sıyrılmışım ki sinema sayfalarından bile haberim yok. İlk aklıma gelen, her daim steril bir kişilik olduğuna inandığım gerçek bir entelektüel olan dostum Metin Ersoy oldu. Metin demek sinema, opera, bale, klasik müzik, tiyatro ve dahi kitap demektir. Tabii ki taze bilgileri ona soracağım. Ne de olsa o, günceli izleyen bir asildir. 

Artık hiç inancım kalmasa da ki ayrı bir yazı yazmak istediğim “dostluk ilişkisine” eskiden kalma verdiğim değer gereği Metin’i biraz daha anlatmak isterim. 

Öğrencilikte, demokratik örgütçülük ilişkisi çerçevesinde başlayıp aynı zamanda sosyal hayat içerisinde de derin kişisel dostluğa dönüşen bir ilişkimiz oluştu. Aile dostluğu gibi bir şey ki aile fertlerimizi tanır olmamızdan dolayı sorunlarımızı da paylaşırız. 

Sorumluluk mevkiinde yer aldığımız öğrenci örgütlenmesinin eni boyu, öncelikleri ve işlevi konusunda diğer arkadaşlarımıza karşı muhalif duruşumuz vardı. Nedense hiç iktidar olamadım ya! Gayet tabiatıyla bizim kliğin sözcüsü Metin idi. 

(O gece fırtınalı yağmur vardı ve elektrikler kesikti. Desem ki Ankaralı öğrenciler, Metin’le mum ışığında tanzim ettiğimiz dilekçeler sayesinde indirimli karta kavuştular. Kim inanır? Nostalji avuntusu işte!) 

Takdirle baktığım bir adamı kıskanacak hâlim yok ya! Bir estağfurullah çekerek Metin’in sahip olduğu tüm sanatsal nitelikleri ucundan kıyısından yakaladım, desem de onda hiç mi hiç yakalayamayacağım bir dahi yetenek var. Kıskanırım! Zihin ve hafızası çok güçlü, çok parlak yapıdadır. İç çekerek derim ki ula, sendeki şu hafıza bende olsa çok popüler bir yazar olacağım (!). 

Metin’in yanında sinema, örgütçülük demişken bak işte aklıma acı bir anekdot düştü. Okuldaki örgütçülük saatlerimizin dışında sinema, tiyatro vb. izlencelere giderdik. 

Ara sıra yaptığım gibi yine bir hafta sonu İstanbul’a kaçmıştım. Dönüşte Metin’in evine uğradım ki yok! Kendisinde hiç görülmeyen bir bitkinlik ve saç dağınıklığı içerisinde merdivende aheste aheste bana doğru çıkageldi. Demesin mi ki polis beni aldı, emniyette muamele gördüm. Kız arkadaşım, ben ve Metin, Eti Sanat’a film izlemeye giderken takip edilmişiz. Nitekim özellikle yanındaki parkalı kim, diye sorulmuş. Adımı vermemiş. O parka İtalya’dan gelmedir ve hâlen gardırobumdadır. 

Bu bir sinema yazısıdır. Dostluk nostaljisi yazısı değil ki çık oğlum Sami, huzur-u derya içerisinde kefenlenip kalmak istediğin o “görkemli hatıralar”ın büyüsünden; “büyülü fener”in (Sinema sanatı) içine gir artık! Peki! 

Metin, “Sen Ben Lenin” filmini izlememi salık verdi. Tabii Lenin adını duyunca hem yabancı hem ideolojik bir film galiba, dedim. Yo yerli, demesin mi? Filmi izlerken bu Lenin’in yerlilik hikâyesini hayal meyal anımsadım. 

Sinemaya yeniden ısınma hikâyemle birlikte bu kadar hatıralar içerisinde “Sen Ben Lenin”e nasıl girsem? Yok yok, ideolojik bir film olduğu için herhangi bir çekincemden dolayı değil. Konu, komünizmle ilgili olmadığı gibi aksine kapitalizmin kâr anayasası var. Dolayısıyla tehlikesiz bir filmdir. Lenin bileydi ki kendi gövdesi gün gelip de kapitalizmin kâr aracı olacaktı o bilimsel teorisini kurmazdı. 

Anımsayanlar olabilecektir ki bu Lenin hikâyesi Türkiye’de olan ilk hikâye değildir. Eş benzer yolda oluşan bir hikâyemiz daha var. 

Balina Aydın? 

Sene 1992. Sinop’un Gerze ilçesi balıkçıları ava çıktıklarında o zamana kadar görmedikleri beyaz bir deniz canlısıyla karşılaşırlar. Korkarlar. Korkularını yenmek için yunusa benzetmeye çalışırlar ama yüzgeci yoktur? İçlerinde korkusuz olan bir balıkçı bu yaratığı yemleye yemleye Gerze İskelesi’ne çekmeyi başarır. Anlaşılır ki bu bir balinadır. O, artık adıyla sanıyla bizim “Aydın Balina”mızdır. Sevimliliği ve insandan kaçmayan biçimlenmiş akıllı davranışlarıyla diğer türdeşlerinden ayrılıklar gösteren Aydın’ın ünü Türkiye’yi aşıp dünya sathına yayılır. 

İşte Lenin’in irdelediği o meşum kapitalizm var ya azgın çarklarını işletmeye başlamıştır. Gerze’nin resmî-gayriresmî tüccar sınıfının ileri gelenleri Balina Aydın’ın varlığını anında paraya çevirirler. Uzatmayalım, Aydın’ın varlığı turizme tahvil edilir. Gerze yerli yabancı turistlerle dolar taşar. 

Peki, kim bu Balina Aydın? Dilbilimsel olarak hayvanlar için “kim” sorusu sorulmaz. Öyleyse neyin necisi, diyelim. 

Balina Aydın, Lenin’in kafasındandır. Yani yoldaştır. Rus Büyükelçiliği’nden yapılan açıklamaya göre Sivastopol’de Rusya Bilimsel Akademisi’ne bağlı bir araştırma havuzunda yaşarken selden kaçmıştır. İngilizlerin açıklamasına göreyse Aydın, canlı “mayın taşıyıcısı” olarak yetiştirildiği askeri tesisten firar etmiştir. İddiaya göre rütbesi bile var. O bir “Çavuş”tur. 

Aydın Balina, özgür oldum, derken komünist artığı Ukraynalılar uluslararası hukuk kurallarına dayanarak onu Türkiye’den geri istemesinler mi? 

Aydın, uluslararası diplomatik krizin çekiştirilen aktörüyken yaklaşık üç ay sonra bilinmeyen bir nedenle Doğu Karadeniz’in ötelerine doğru yol alırken havuzlu bir Ukrayna gemisi onu brandayla çekip alır ve evine götürür. Türkiye yastadır. 

Umulmadık bir şey olur. Aydın Balina tam bir yıl sonra Ukrayna’dan tekrar kaçarak yine Gerze’ye gelir. Yeniden bir bayram havası eser. Kısa sürede gözden tekrar kaybolur. 

Derken üç ay sonra tam da Gerze Festivali’nin olduğu gün Aydın Balina Gerzelilere sürpriz yaparcasına son bir kez daha gelmiştir. Bu bir veda ziyaretiydi. Şimdi bilinmez ki Aydın nerede ya da nic’oldu? 

Bu hikâyeyi hafife mi aldınız? Ya da gerçekten böyle bir olay olmuş muydu, diyorsunuz? Yaşamımıza o kadar girmişti ki memleketin çeşitli yerlerine Balina Aydın’ın heykelleri dikildi. Bunlardan birisi de Eminönü sahiline dikilendi. İş yolum üzerindeydi. Daha doğrusu önünde servise biniyordum. İşte heykel önünde gördüğünüz fotoğrafım o günlerin hatırasına dikilen Aydın Balina heykeli önünde çekilmiştir. 

E geldim geldim filmimiz olan Sen Ben Lenin’e. 

Bir sonraki yazımız otuz iki kısım tekmili birden sadece “Sen Ben Lenin” olacaktır.

Yorumlar

Popüler Yayınlar