12- FİLMİN ADI: THE-EL CLUB

Köyünde ilkokulu okuyan ve sık sık Antep’e gelebilen bir çocuktum. 

O zamanlar reklamcılık sektörü de gelişmiş değil; basit materyallerle reklam levhaları ya da bez afişler hazırlanabiliyordu. 

Yine bir yaz ikindisinde emmioğluyla birlikte “Sevil Kıraathanesi”nin kaldırım üzerine sıralanan tahta sandalyelerine oturmuş, gazozlarımızı yudumluyoruz… İnönü Caddesi üzerinde bulunan karşılıklı iki bina arasına bez afiş gerilmiş ve ben, o zamanın tadı damağımızda kalan, Portalin marka gazozumdan bir yudum daha aldıktan sonra okuyorum: 

- Yapı ve “Kedi” Bankası, Mutluluklar İçinde Yuvanızı Kurar. 

Emmioğlum, 

- Öküz, o, “Kedi” değil bir kere, “Kredi”dir. 

Aşağı yukarı on yaşıma kadar Yapı Kredi’yi, “Yapı ve Kedi Bankası” diye okurmuşum. Şimdiki zamanlarda unutkan olduğum gibi o zamanlardaysa dalgınım. Aslında haklıyım da! Köylü çocuğu ne bilsindi krediyi? 

Benzeşlikler karşısında gösterdiğim bu dalgınlıklarım ve tabii ki unutkanlıklarım nereye varacak? 

Geçenlerde bir film izledim. Baktım ki bir Şili filmi. Oh, bundan bir yazı çıkartırım, dedim. Anında kafamda kurgu canlandı. Sosyalist Başbakan Salvador Allende’den girer, faşist darbe lideri Pinochet’ten çıkar; gelirim bizim TÜSİAD ve Ecevit ilişkisine… Ordan da Türk burjuvazisinin bugünkü kişiliksiz, korkak sefaletine… Güya adı film eleştirisi olur ama yine bir film üzerinden bambaşka açılımlara yönelirim hesabı içindeyim. 

Filmi izledim ama epey ara verdim, üstüne başka filmler de izledim, yazamadım. E, İngilizce telaffuz problemim de var; not almayınca isimleri, cisimleri okuduklarımı pek aklımda tutamam, canlandıramam. İnternete girip de yönetmen, oyuncu vs. isimlerine bakayım diyorum fakat yazıya giremiyorum ve defalarca gün gün tekrarladım durdum. 

Bu arada Google yazıp da karşıma çıkan sonuçlara baktıkça, içimden ulan, bu Arap filmi değil ki, niçin kimi kayıtlarda isminin başında “El” takısı çıkıyor, diyorum. Ve filmin adını El… yazıyorum, tak çıkıyor. Yanlış olsa çıkar mı? İsterseniz Google’dan deneyiniz. 

Ve şimdi yazacakken işlemi tekrarladığımda birden gözüm filmin afişine takılıyor ki ismi “The Club” imiş. Peki, neden üç haftadır “El Kulüp” diye sayıklıyorum ve niçin Arabik “el” takısıyla Google sonuçları çıkıyor… Neden aramalarımda “the” yerine “el”i takıntı haline getirdim ki? Galiba yine iki dil arası benzeşlik durumuna takılmışım. Çabalarımla öğreniyorum ki Arapçadaki “El” takısının görevi ve anlamı İngilizcedeki "The" takısı ile birebir örtüşürmüş. Kullanılış amacı önüne geldiği kelimeyi belirginleştirmekmiş. Zaten merhum(!) eşim geçmişte “The Marmara” oteli üzerinden bu takıyı bana öğretmeye-açıklamaya çalışmıştı. Ne de olsa Fransız ekolündenim ya(!) bunları bilemem. 

İyi de bu kadar etimoloji (kökenbilim) bilgim yokken ikisini birbirinin yerine nasıl koydum ve neden her iki şekilde Google yazınca çıkıyor? İşte, daha dün izlediğini unutursan… Döndüm filmi ikinci kez izledim ki ne göreyim? Resmi sunumu ve afişinde ismi “The Club” olan film, “The End” faslında role caption akarken olmuş “El Club.” Ben, bunu unutmuşum. Fakat bilinçaltına da kodlamışım ki ha bire “El” diye bakıyormuşum. 

Takıntının kökeni çocuklukta! Bilemem ben! Meraklı bir psikolog varsa gelsin, hazırım. Yok yok, psikologluk bir hal yok. Göz algılamış ana dile yakın ve dâhil olan “El”i de ondanmış ha bire “El Club” takıntım. 

İyi de, tamam, anladık; geçelim asıl sancımıza. Filim Şilili. Fakat konu yerel değil, evrensel. Ne “Allende”yle ne “Pinoşet”le ne de darbeyle bir bağlantı kuramayacağım. Şimdilik bizim kurgu güme gitti. 

Şili’nin yakın ve özel tarihiyle ilişkisi olmayan bir film bu. Evrensel dedik; son yıllarda sıkça gündeme gelen -Şili inanç yapısının ezici çoğunluğunu da kapsayan- Katolik dünyadaki bir yaraya parmak basmaktadır. Katolik Kilisesi’nin başını her daim ağrıtan bir olgudur işlenen konu. Malum, rahiplerin pedofil (çocuk tacizcisi) olma halleri. 

Gazetelerde sürekli okuruz kilise içinde dönen dolaplar ve bunların çekinilmeden kamuoyuyla paylaşılmasını. Adamlar neşteri vurmaktan çekinmiyorlar; vurdukça güven unsurlarını pekiştiriyorlar. Hristiyan âlemi bu rezil suçu kompleksiz bir özgüvenle dışa vurmakta, kamuoyuyla paylaşabilmektedir. İsterseniz birkaç başlık verelim: 

“Kilisede Taciz Skandalı” “Hollanda Katolik Kilisesi'nde Taciz” “İrlanda Kilisesi’nde Pedofili Skandalı” “Katolik Kilisesi'nde Taciz İstifası” “Ne Olacak Bu Katolik Kilisesi'nin Hali” “Katolik Kilisesi, Kutsal Perhiz ve Cinsel Taciz” 

Bu tür haberler sürer gider, her kıtadan her ülkeden. Öyle ki, dini temellerde köklü değişiklikler ve reformlar dahi önerildiği olur. Ne gibi? "Çocuk tecavüzcüsü papazlar hadım edilsin" önerisinden; Vatikan'ın, tartışılmasını dahi reddettiği “rahiplerin bekâr kalması” konusundaki tartışmaların yeniden başlamasına kadar. (Bekârlık sultanlığına, son verilmesi gündeme getirilmektedir zaman zaman.) 

Papa, bir süre önce verdiği beyanatta, Katolik Kilisesi'ndeki din adamlarının yüzde 2'sinin pedofil olduğunu bunun da dünya genelinde 8 bine denk geldiğini söylemişti. 

Şimdi, filmimize dönecek olursak, filmin metni-dili konusunda ön bilgim olsaydı ya da olmadığı halde girmiş olsaydım bile anlamadığım İngilizce’den olmayıp da Türkçe dublajlı olmuş olsa idi filmin içinden çıkardım. Üslubum ve edebim gereği biraz köylüyüm. Bu kadar açık saçık pedofil sapkınlık ifadelerine dayanamazdım. 

Ateistler, koltuklarına genişçe yayılsınlar ve bu filmi rahatça izlesinler. Gayri ahlakiliği gördükçe, “İşte biz bundan, bu rezilliklerin yuvasına girmek istemediğimizden dinsiziz.” demenin garanti belgesini alsınlar. Hristiyan-Katolikler ise dinde gerçekleştirdikleri reformun-hoşgörünün “açıklık-eleştiri” dozajıyla ilgili olarak üstünlük taslayıp övünsünler. Müslümanlar ise ders alsınlar; reform ve hoşgörü gerekliliği açısından. 

Yönetmenliğini, filmografisi bol ödüllü olan Şilili Pablo Larrain’in yaptığı “The Club” Berlin Altın Ayı Film Festivali’nde Yabancı Dilde En İyi Film dalında aday olmuş, Gümüş Ayı Jüri Özel Büyük Ödülü’nü almıştır. 

Film, bir ev içinde yaşayan, dört yaşlı din adamının zorunlu ve dar yaşam birlikteliğini anlatır. Pedofoli suçu işlemiş Katolik Kilisesi rahiplerinin zorunlu ikamet olarak cezalarını çektikleri ama hapishane olmayan serbest marjda çiftlik gibi yaşanan bir yer. Ve onların bakımını üstlenen bir kadın vardır. Dışarı çıkıp gündelik hayat sürdürmek serbest. Yani gardiyansız bir yaşam. Bir anlamda günahlarından arındıkları “tövbe evi”dir burası. Sohbetle geçen günlerin dışında kumar amaçlı köpek yarışlarına bile katılabilmekteler. Tövbelemeye sırt dönmüşler(!) keyifleri yerindedir. 

Ta ki aralarına yeni gelen bir rahip ve onu takip eden tecavüz kurbanının, rahibin günahkârlığını sokaktan sürekli ev içine bağırması sonucu rahibin bunalıma girerek intihara sürüklenişine kadar. Derken eve bu olay üzerine bir sorgucu rahip ve filmin finaline doğru ikna edilmek suretiyle ruhsal arınmaya tabi tutulacak o tecavüz kurbanı da dâhil olur. Yani, son tahlilde bize dinin birleştirici-teskin edici ve uzlaştırıcı etkisi yedirilmeye çalışılır. 

Film dini öğretideki bir buyruk alıntısıyla başlıyor ki atmosfer bu buyruğun ve “hikâyenin” ciddiyetine uygun şekilde ışıktan yoksun bir loşluk görüntüsünde akıp gitmektedir. İmgeleme tam isabet. Konunun ağırlığını ve rahatsız edici iticiliğini vurgulamak için olsa gerek atmosferde ışık kovulmuş, güne yakışır doğal ışığa hiç yer yok. Film boyunca ortam gri-beyaz bulutlu bir şafak vaktinin kimine göre kasavet yaratan, bana göreyse, hele hele bir kıyı şeridinde, dinginlik yaratan bir ilk sabah loşluğu içinde akıp gitmektedir. Eh, hikâyenin sevimsizliğini ve ağırlığını vermenin sanatla en iyi anlatılış biçimi bu olsa gerek, bu loşluk bir kusur değil aksine gerekliliktir. 

“Ve Tanrı ışığı iyi olarak gördü ve onu karanlıktan ayırdı.” 

(Yaradılış: 1. Bölüm 4. Buyruk) 

Son derece sakin, duru bir anlatım tarzıyla -tazı yarışı ve tecavüz kurbanının sokak bağrışları ayrı bir atraksiyon katarken- ağır aksak sohbet havasında giden, sanki durgun bir sahil kasabası yaşantısı filmi gibi. Sıradan ve basit, duru anlatımının yanında ağır darbeler vurmaktadır Katolikliğin baş temsilcilerine. Gel de anlama, bu korkusuz toplumların neden ilerleyip gittiklerini. 

Bu toplumların bu aşamalara -kendine neşter vurma olgunluğuna- gelmesini irdelemek için tarihsel bir geri dönüşüme yönelip “reform ve aydınlanma” hareketlerine değinmemiz gerekecekti ama yerimiz dar ne fayda! 

Filmin doğduğu toplum hoşgörüsünün ve açıklığının kökenine inmek bize ışık tutacaktır.

Yorumlar

Popüler Yayınlar