19- BEN UNUTMAK İSTERKEN KARŞIMA “BİZİ UNUTMA” DİYEN BİR FİLM ÇIKTI

Doğum günü partisinde rehin alınan kadın opera sanatçısının hikâyesini anlatan bir filmi arayıp dururum. Onu izlemeye gidecekken araya “Müslüm” filmi, ardından da tiyatro girdi. Hadi, şimdi gideyim derken filmin buralardan gösterimden kalkmış olduğunu gördüm. İki haftadır ararım ararım bir daha izini bulamam. 

Benim için yitik olan, çok zor unutulandır, hatta hiç unutulmayandır. Dolayısıyla varıyla, yoğuyla unutmadan yaşayan bir garip âdemim. Yitik zor olur, derler. Aradığını bulamayınca oturup ağlayasın gelir. Yine o filmi hatırladım. Çünkü onu izleyip ardından operayla ilgili bir şeyler yazacaktım. Hatta iki şey. Yok yok, filmin kritiğini de yazarsam üç şey olacaktı. 

Yitik dedim de en zoruysa insan yitiğidir. Yaşamımın bir evresinde karşıma çıkmış ama hayatıma değmemiş, değse de bir iz bırakamamış insanları zaten anımsamam. Ya değmişse? Başımda deli boranlar eser. Unutmamak da unutulmamak da iyidir. 

Bir umut deyip listeye yeniden bakıyorum, yok yok! Hatırımda bir türlü çıkmıyor. Çünkü o yazıları yazamıyorum ya taktım bir kere. Artık onu aklımdan çıkarmak isterken listede “Bizi Hatırla” diye bir filme rastlamayayım mı? O da ne? Eğilip baktım ki bir Çağan Irmak filmiymiş. Baba-anne ve eş figürü var. Tabii hemen “Babam ve Oğlum” kültü canlanıveriyor ister istemez.Tam da ağlamaklıyken… Acaba, dedim. Evet, daha konusuna bakmadan filmin afişi bana “Bu ağlamaklı bir film.” dedi. Irmaklı filmler içinde akıp gitmeyi severim. Teselli niyetine kalkıp gittim. Hoş, teselli olmasa da giderdim ya! 

Filmin resmi tanıtımında, kariyer basamaklarının en üstüne hakkıyla çıkan bir adamın bu başarı basamaklarını çıkarken geride ihmal ettiği bir babasının olduğu, hayli bir zaman geçtikten sonra ancak babasının rahatsızlanmasıyla yeniden bağ kurmaya çalışmasının konu edinildiği söylenmekteydi. 

Hastalıklı babanın yanında bulunması gerekirken modern iş hayatının buna elvermemesi dolayısıyla onu mecburen İstanbul’a getirmesi gerektiği… Bu sefer de yaşlı adamın oğluna ve ailesine yük olma çekincesi içinde evine geri dönmek isterken… Oğlunun vicdan muhasebesine girişip babasını bırakmak istemediği bu süreçte baba ile oğulun birbirlerine ne kadar da yabancılaştıklarıyla beraber su yüzüne çıkan kuşak çatışmaları ele alınır. 

Film, aslında unutulan insanlık hâllerini sergilemeye çalışır. Anlatım, Çağan Irmak’a has algılanan o sırf dramatik bir akış şekli içinde değildir. Bu filmde komik hâl sahneleri de var. 

Görüldüğü üzere filmin konusu hiç de karmaşık değil. Vefa deyin, kuşak çatışması deyin, özünü kaybetme vb. gerçeklikler üzerine deyin. Düz anlatım. Hem basit hem evrensel. Bu basitlik, bir küçümseme vurgusu değildir. Herkesin anlayabileceği, anlamındadır. Basit bir konunun evrensel olan yaygınlığı ve onun üstünden kaybedilen insanımsı değerlerin anlatılabileceğini gösteren bir basitlik anlatımı bu. Öyle küçümsenecek cinsten değil. Yanisi şu ki ağdalı konuların dolambaçlarında devrime kalkışmaya gerek yok. 

Hayatı bir yerinden kazanırken öte yandan asıl kaybedileni anlatmaktadır bu film. İllet olduğum bir insanlık yanılgısını anımsattı konu itibarıyla. Avrupa’ya çalışmaya gidenlerin zenginlik kazandık, derken kuşaklarını kaybetmesi gibi bir şey. Aslında asıl olan şey, şaşalı hayat içinde kaybettiklerini fark edememeleridir. 

İşte, temelde bir kasaba hayatı içinde çıkagelen bir çocuk, küçük esnaf emekçisi bir babadan aldığı terbiye ve mütevazılık içinde aynı çalışkanlık ve disiplin düsturuna uyarak gelmek istediği mevkie içindeki bu hırsla İstanbul’da yükselmiştir. Gel gör ki yükseldikçe ruhların alçaldığını zaman içinde öğrenecektir. Daha doğrusu sevinilmez ya babasının hastalığı öğretecektir ona. Hormonlu bir yükselişten insanlık hasletlerine alçak uçuş yaptırtacaktır hastalıklı bir babanın direnen özü. Mevcut olan köhnemişi yıkmak devrim olduğu gibi güzeli korumak ve yaymak da bir devrimdir. Bu hikâyedeki babanın karakteri devrimcidir. 

Analitik yaklaşımlara sırt dönmek insanı yüzeyselliğe, basit olana yani ezberimizde kolayca kodlanmış olana yöneltir. Bu çerçevede Çağan Irmak deyince basit algılama içinde “ağlatan adam” mitine sarılanlar da olacaktır. Oysaki film basbayağı bir kapitalist düzen eleştirisidir. Filmin işlenişi içinde hayata/hayatınıza dair sorgulanacak o kadar çok şey bulacaksınız ki gözyaşlarınız içerisinde insanlığınızı özleyip özlemediğinizin muhakemesine girişeceksiniz. İhmal ettiğiniz büyüklerinize karşı kapitalizmin ruhuna aykırı olarak merhamet duyacaksınız. 

Film sadece bir düzen eleştirisi üzerine kurulu değil. Modern hayatın sonuçlarıyla birlikte hayatın diyalektiğinin, doğal akışının kuluçkasında doğan kuşak çatışmalarını da yıkıp yakmayan bir naiflik içinde izleyeceksiniz. Hayatın hormonal akışına karşı koyup şehir hayatı içinde bir saksıyla bile doğaya dönüşün öğretilerek çocuklarınıza bir nefes aldırabilmeyi de anımsayacaksınız. 

Filmin göstermek istediği şey, diş ve tırnakla başarıya uzanan yol değil, acımasız bir düzen çarkının insanı nasıl yediğidir. Anamalcı düzen içinde insanın nasıl harcandığını görmek için yılların başarılı bir genel yayın yönetmeninin hiç durduk yerde yaşının ilerlemesi sonucu patron tarafından vizyonunun köreldiği evhamıyla -üstelik her gün yüzüne gülünürken ona bir im bile verilmeden- en yakın dostuna nasıl acımasızca tepelettirildiğini göreceksiniz. Peki, nedir, neyin eleştirisi bu? Tabii ki insan yiyen düzenin. Onun adı da kapitalizmdir. 

İnsanın çok cicili bicili, şaşalı modern hayat şemsiyesi altındaki bu düzenin çarkları arasında ezilerek yok olmasını durduracak panzehrin, yani tekrar insanlığa dönüşünün, hastalık dolayısıyla yanına getirmek zorunda kaldığı babanın taşıdığı Anadolu değerleriyle tamir ve yeniden varoluşunu izliyorsunuz. 

Hormonlu hayatın şişirilmiş ilişkileri içinde ihmal edilerek konuşması bile geciktirilen küçücük çocuğun doğal dokunuşlar ve sevgi halesiyle konuşmaya başladığını; genç kızlığa adım atan ergen çocuğun hormonlu aileye başkaldırıp isyana kalkışmasının yine sıcacık insanımsı ve eşitlikçi Anadolu değerleriyle doğru yöne nasıl kanalize edildiğini göreceksiniz. 

Kapitalist moda ikonlarına inandırılıp sıfır beden kalmak için yediklerini kusmaya çalışan genç kızın sanal anlayışının villanın bahçesindeki bir domates saksısı içinde nasıl da doğal hayata dönüştüğünü görmesiyle beraber kişilik bulduğunu yine o Anadolu insanının devreye soktuğu o değerlerle olduğunu göreceksiniz. Daha da görecekleriniz sizin duygu ve düşün dünyanızdaki hareketlenmelerinizle çoğalabilecektir. 

Film sahnelerine dönecek olursak Çağan Irmak zaten bildiğimiz Çağan Irmak. Yazmış, yönetmiş. Söyledik söyleyeceğimizi. İyiyi, kötüyü; doğruyu, yanlışı; eskiyi, yeniyi; yarım bıraktırılmış insanlık hâllerini izleyicinin zihninde tamama erdirmektedir. Zıtlardan iyi olanı üste çıkartığını hissettirebilmiş. Hormonsuz hayatlara flama sallamış. 

Altan Erkekli, tiyatro kökenli deneyimli ve usta bir oyuncudur. AST sahnesinde performanslarına canlı şahitliklerimiz çokçadır. Bir şey sormak isterim kendi kendime. Bizdeki oyuncuları kamera karşısında hep tek düze tek karakter olarak mı görüyoruz ne? Girilen karakter ruhuna ve şekline, en azından gerekli yüz biçimlerine girememe sorunu mu var ne? Bilmiyorum sorumu doğru sorabildim mi? 

İşte kapitalist firma anlayışının çarkları arasında ezilen oğul rolündeki Tolga Tekin cuk oturmuş ya da oturtmuş diyelim rolünü. 

Özge Özberk ise burjuva kültürünün sosyete güzeli olarak gelin rolünde, hayatı dergi sayfalarındaki akış hâlinde zanneden bir tiplemeyi üstlenmiş. Gerçekten hakkını vermiş. Sırıtan bir şey yok. Kayınbabaya yönelik bir ensest imaya ramak kalmış hâline öfkeniz yükselirken oysaki sonunda sizden ona karşı bir merhamet yükselecektir. Bir kapalı toplum sendromu. Geçmişinde üvey baba travması var. Kızı karşısında korumacılık güdüsüyle yaklaşıyor kayınbabaya ama sonunda babanın insanlığı onu da sarıp sarmalayıp eritiyor. 

Binnur Kaya yine karakter rolünde bildiğiniz en doğal bir diva. 

Sumru Yavrucuk, filmdeki adıyla kasabalı Leman. Üstlendiği rol çok sıcak, şefkatli bir anne tadında. Aslında baba Eşref ile aralarında geçmişe dayalı gerçekleşememiş kapalı kutu bir istenilme, verilmeme durumu var ama şimdilerde çok yakın, sanki bir karı koca görüntüsündeler. Hatta "Hadi eve gidiyorum." replikleri olmasa evli olduklarını düşüneceğiniz derecede yakın bir dostluk görüntüsü altında flörtöz durumu hâlen sürmektedir aralarında. 

Ergen kız rolünü üstlenen küçük oyuncu gelecek vaat etmektedir. Bebek derseniz, ne usta oyuncuymuş öyle? Ne kamera meşguliyeti var ne de rol bozma. 

Bence gidin ağlayın. Ağlayışınız kaybettiğiniz insanlığınıza olacaktır. 

Bir not da kendim için düşeyim. Çağan Irmak bu kritiğimi okuyunca ulan, bunları filmimde ben mi anlatmışım, baya sosyo politik bir film çekmişim, diyecektir. 

N’apim kardeşim, ne yaptığının farkında değilsen benim suçum ne? 

Yorumlar

Popüler Yayınlar