1- SİNEMA
- Söyle bakalım, “bu şeyin” vermek istediği mesaj nedir?
- Eşşeğin semeridir!
Kızla, oğlan sinemaya gitmiştir... Oğlan daha kentli, kendini hep entel sanmakta; yetersiz benliğini yüceltmek için kızın üzerinde ha bire tepinmektedir.
- Söyle bakalım, “filmin” vermek istediği “mesaj” nedir?
Kız dokuz doğurur…
“Acaba hangi yüksek düzeyde bir ‘mesaj’ var ki bana sorup duri bu oğlan ya?.. Amanın kül başıma! Ben, bunun sorduğuna cevap veremezsem ‘beşik sallama’ hayalim, ‘Yandı gülüm keten helvası.’ ızdırabına döner. Yok yok, bu kadar ısrar ve ciddiyetle sorduğuna göre vardır bir derin hikmeti.”
Her şeyin hikmetinden de sual olunmayacağını zaten anası öğretmiştir kıza ki yuvanın saadeti daim olsun.
Dokuz doğururken kız bu arada düşünmektedir:
“Kele bacım, şu oğlan, o gün geleydi muradına ereydi de şu an dokuz doğuracağıma bir kere canlısını doğuraydım daha sancısız olurdu.”
Kııız, buraya bak hele, desene ki:
“Eşşeğin başı ulan, alt tarafı eğlencelik bir seyre daldık, ne mesajı ne masajı yahu? Bırak ta şu yolda el ele yürümenin tadını çıkartalım!”
Kız, cevapsızlıktan kıvrandıkça, oğlan, benliğini yüceltti ya, şaftı kaymış kamyona arkadakilerin gülüş iştihasıyla, beyinsel mastürbasyona erişmenin doruğunda gımış gımış etmekte ki nerdeyse sevgilisiyle cilveleşen değil de karşı fraksiyon elemanıyla sidik yarıştıran “kısır payanda” gibi “bir-sıfır” üsteyim, diyecek.
Kızın, oğlana vereceği en tumturaklı yanıt aslında şu olmalıydı:
- Film, sen gibi “küçük insanların,” daha sosyetik daha entel gözükmek için birbiri üzerinde tepinme görgüsüzlüğünü anlatidi. Mucuuuk! Bir-sıfır, koçcuuum!..
Sanatta anlatım imgelemelerle ballanır. Laf kalabalıklığına gerek yok. Sanatın birincil amacı, “mesaj” kaygısı olmasa gerek. Sanat, sanatlığını icra ve kabul ettirirse zaten mesaj hâsıl olmuş demektir. Sanatın mesajı, sınav sorusunun cevabı misali formel ve tek değildir. Tüketicisinin algı, görgü ve fikri birikimine göre değişkenlik gösterir.
Bu, mesaj özentisi tat kaçıran bir şeydir. Artık günümüzde insanlar hız tuzağına düşmüş durumdadır. Bu hız tuzağıdır ki yaşamı haplaştırmıştır. Anında tek cümlelik tek kelimelik fikirlerle yetinilmektedir. Geniş analiz, konuşmalar, paylaşımlar yok olmuş durumda. Bunun adı ufuk kısırlığıdır. (Not: Hız tuzağıyla kastedilen, oto hızı değildir; yaşamın ve ekonomi politiğin dayattığı anlamsız güdüler ve edimlerdir.)
Bir gün “entel” bir ortamda “imitasyon” bir resim gösterdiler. Tuvale vurulmuş serbest fırça darbeleriyle renklerin gölgelendirilmesinden oluşmuş bir sisli manzara tablosuydu.
Kızla, oğlan sinemaya gitmiştir... Oğlan daha kentli, kendini hep entel sanmakta; yetersiz benliğini yüceltmek için kızın üzerinde ha bire tepinmektedir.
- Söyle bakalım, “filmin” vermek istediği “mesaj” nedir?
Kız dokuz doğurur…
“Acaba hangi yüksek düzeyde bir ‘mesaj’ var ki bana sorup duri bu oğlan ya?.. Amanın kül başıma! Ben, bunun sorduğuna cevap veremezsem ‘beşik sallama’ hayalim, ‘Yandı gülüm keten helvası.’ ızdırabına döner. Yok yok, bu kadar ısrar ve ciddiyetle sorduğuna göre vardır bir derin hikmeti.”
Her şeyin hikmetinden de sual olunmayacağını zaten anası öğretmiştir kıza ki yuvanın saadeti daim olsun.
Dokuz doğururken kız bu arada düşünmektedir:
“Kele bacım, şu oğlan, o gün geleydi muradına ereydi de şu an dokuz doğuracağıma bir kere canlısını doğuraydım daha sancısız olurdu.”
Kııız, buraya bak hele, desene ki:
“Eşşeğin başı ulan, alt tarafı eğlencelik bir seyre daldık, ne mesajı ne masajı yahu? Bırak ta şu yolda el ele yürümenin tadını çıkartalım!”
Kız, cevapsızlıktan kıvrandıkça, oğlan, benliğini yüceltti ya, şaftı kaymış kamyona arkadakilerin gülüş iştihasıyla, beyinsel mastürbasyona erişmenin doruğunda gımış gımış etmekte ki nerdeyse sevgilisiyle cilveleşen değil de karşı fraksiyon elemanıyla sidik yarıştıran “kısır payanda” gibi “bir-sıfır” üsteyim, diyecek.
Kızın, oğlana vereceği en tumturaklı yanıt aslında şu olmalıydı:
- Film, sen gibi “küçük insanların,” daha sosyetik daha entel gözükmek için birbiri üzerinde tepinme görgüsüzlüğünü anlatidi. Mucuuuk! Bir-sıfır, koçcuuum!..
Sanatta anlatım imgelemelerle ballanır. Laf kalabalıklığına gerek yok. Sanatın birincil amacı, “mesaj” kaygısı olmasa gerek. Sanat, sanatlığını icra ve kabul ettirirse zaten mesaj hâsıl olmuş demektir. Sanatın mesajı, sınav sorusunun cevabı misali formel ve tek değildir. Tüketicisinin algı, görgü ve fikri birikimine göre değişkenlik gösterir.
Bu, mesaj özentisi tat kaçıran bir şeydir. Artık günümüzde insanlar hız tuzağına düşmüş durumdadır. Bu hız tuzağıdır ki yaşamı haplaştırmıştır. Anında tek cümlelik tek kelimelik fikirlerle yetinilmektedir. Geniş analiz, konuşmalar, paylaşımlar yok olmuş durumda. Bunun adı ufuk kısırlığıdır. (Not: Hız tuzağıyla kastedilen, oto hızı değildir; yaşamın ve ekonomi politiğin dayattığı anlamsız güdüler ve edimlerdir.)
Bir gün “entel” bir ortamda “imitasyon” bir resim gösterdiler. Tuvale vurulmuş serbest fırça darbeleriyle renklerin gölgelendirilmesinden oluşmuş bir sisli manzara tablosuydu.
Sordular:
- Bu sizce ne anlatıyor?
Ortamdaki teyzelerim ve efeminen bir abi, aldı sazı eline:
- Hııım, ressam burada sanki şehrin yorgunluğunu anlatmışşş!
- Tımmm, şehrin düş kırıklığını fırça darbelerine yedirmişşş!
- Kımmm, sanki, bohem hayat bana göre değil, artık ekolojik bir hayata yelken açmanın zamanı geldi, der gibi fırça darbeleriyle hüznü ve yeni hayat çığlığını içselleştirmişşş!
Her daim, balona iğne batırıcılığını şiar edinmiş olan köylü Sami’ye sıra gelince:
- İstiklal caddesinin, alelade, tramvaylı bir görüntüsünden ibaret; gizemli ve derin bir durum yok. Sisli, puslu bir günde İstiklal’in sembol görüntüsü ve hatıralık foto karelerine fon olan tramvayın ta kendisidir.
Tısss!
Teyzelerimin ve “baş teyzemin” ortama yüklemek istedikleri ciddiyet bozulunca… Yok yok aslında rahatladılar yav! Ne o ya? Farklı ve entel bir mesaj arama kaygısıyla kasılmanın, dokuz doğurmanın bir anlamı var mı? Ha işte şöyle rahatladınız!..
Çarli Çaplin’in meşhur bir filmi var; bu film, sinema tarihi ya da özelinde Çaplin sinemografisi anlatılırken ya da İkinci Dünya Savaşı belgesellerinde gösterilir. Benim zihnime de cihan savaşı belgesellerini izlediğim zamanlarda takılmıştır.
1929’un ekonomik buhranından sonra insanın kendi icadı olan makinalaşmayla, bozulan toplumsal ve ekonomik dokuya bağlı olarak bireyin, makinaların esiri olması, robotlaşması vs. anlatılır.
Filmin mesajını muştulayan bir giriş sahnesi vardır. “Ağıla giren koyun sürüsü ve ona paralel fabrikaya giren insan sürüsü.” Sonra diğer bir imgeyse Çapli’nin, meşhur “Şarlo” karakterinin, makinaların dişlileri arasına düşmesi. Yani insanlığın geldiği hazin nokta, biteviyeleşmesi vs. anlatılacaktır.
Fabrika dişlilerine düşen adam sahnesi, unutulmaz bir hit olarak baş tacı, baş imge olarak kabul edilir. Evet, neymiş o? Sanayileşmiş kapitalist toplumunun insanı ezmesi duygusuzlaştırması falan filan…
Bakıyoruz, vay beee ne devrimci mesaj, ne değinme be!
Bence de çok saygıdeğer çok estetik ve sanatın anlatım gücünü ortaya koyan bir imgelemedir. Bir kitap yazmaya gerek yok tek sahnede iş bitmiştir. İşte sanat bu! Alın size mesajsa mesaj.
Eveeet, geldik bizim öyküye.
Acaba bizim kızla oğlan ne oldular? Çocuk sahibi oldular da kızın “beşik sallama” muradı yerine geldi mi? Yuvanın mutluluğu daim miydi? Kim bilir? Ben bilemem! Ama yine de bilirim.
N’olacaktı ya? Kolay mıydı öyle feodal toplum örgüsünü kırıp da, bu kız olmadı o kızı bulurum, demek?
Hele hele ya o kızcağızın,
“Bana yardan geç diyorlar / Desinler desinler / Şeker de yesinler / Şu kız ‘o oğlan olmadı’ şu oğlana vurgun desinler”
diyerek, değişik oğlanlara türkü yakması kolay mı öyle?
Telaşa mahal yok, kına gecesi oldu bile. Müneccim olanlar bu düğünün geleceğinin bayram olmadığını gördüler de yanık kına türkülerini en üst perdede söylediler:
“Gelin ağlar yaşın yaşın / Getmem diye sallar başın / Şimdi gelir bey gardaşın / Ağlama gelin ağlama / El oğludur bel ağlama”
- Bu sizce ne anlatıyor?
Ortamdaki teyzelerim ve efeminen bir abi, aldı sazı eline:
- Hııım, ressam burada sanki şehrin yorgunluğunu anlatmışşş!
- Tımmm, şehrin düş kırıklığını fırça darbelerine yedirmişşş!
- Kımmm, sanki, bohem hayat bana göre değil, artık ekolojik bir hayata yelken açmanın zamanı geldi, der gibi fırça darbeleriyle hüznü ve yeni hayat çığlığını içselleştirmişşş!
Her daim, balona iğne batırıcılığını şiar edinmiş olan köylü Sami’ye sıra gelince:
- İstiklal caddesinin, alelade, tramvaylı bir görüntüsünden ibaret; gizemli ve derin bir durum yok. Sisli, puslu bir günde İstiklal’in sembol görüntüsü ve hatıralık foto karelerine fon olan tramvayın ta kendisidir.
Tısss!
Teyzelerimin ve “baş teyzemin” ortama yüklemek istedikleri ciddiyet bozulunca… Yok yok aslında rahatladılar yav! Ne o ya? Farklı ve entel bir mesaj arama kaygısıyla kasılmanın, dokuz doğurmanın bir anlamı var mı? Ha işte şöyle rahatladınız!..
Çarli Çaplin’in meşhur bir filmi var; bu film, sinema tarihi ya da özelinde Çaplin sinemografisi anlatılırken ya da İkinci Dünya Savaşı belgesellerinde gösterilir. Benim zihnime de cihan savaşı belgesellerini izlediğim zamanlarda takılmıştır.
1929’un ekonomik buhranından sonra insanın kendi icadı olan makinalaşmayla, bozulan toplumsal ve ekonomik dokuya bağlı olarak bireyin, makinaların esiri olması, robotlaşması vs. anlatılır.
Filmin mesajını muştulayan bir giriş sahnesi vardır. “Ağıla giren koyun sürüsü ve ona paralel fabrikaya giren insan sürüsü.” Sonra diğer bir imgeyse Çapli’nin, meşhur “Şarlo” karakterinin, makinaların dişlileri arasına düşmesi. Yani insanlığın geldiği hazin nokta, biteviyeleşmesi vs. anlatılacaktır.
Fabrika dişlilerine düşen adam sahnesi, unutulmaz bir hit olarak baş tacı, baş imge olarak kabul edilir. Evet, neymiş o? Sanayileşmiş kapitalist toplumunun insanı ezmesi duygusuzlaştırması falan filan…
Bakıyoruz, vay beee ne devrimci mesaj, ne değinme be!
Bence de çok saygıdeğer çok estetik ve sanatın anlatım gücünü ortaya koyan bir imgelemedir. Bir kitap yazmaya gerek yok tek sahnede iş bitmiştir. İşte sanat bu! Alın size mesajsa mesaj.
Eveeet, geldik bizim öyküye.
Acaba bizim kızla oğlan ne oldular? Çocuk sahibi oldular da kızın “beşik sallama” muradı yerine geldi mi? Yuvanın mutluluğu daim miydi? Kim bilir? Ben bilemem! Ama yine de bilirim.
N’olacaktı ya? Kolay mıydı öyle feodal toplum örgüsünü kırıp da, bu kız olmadı o kızı bulurum, demek?
Hele hele ya o kızcağızın,
“Bana yardan geç diyorlar / Desinler desinler / Şeker de yesinler / Şu kız ‘o oğlan olmadı’ şu oğlana vurgun desinler”
diyerek, değişik oğlanlara türkü yakması kolay mı öyle?
Telaşa mahal yok, kına gecesi oldu bile. Müneccim olanlar bu düğünün geleceğinin bayram olmadığını gördüler de yanık kına türkülerini en üst perdede söylediler:
“Gelin ağlar yaşın yaşın / Getmem diye sallar başın / Şimdi gelir bey gardaşın / Ağlama gelin ağlama / El oğludur bel ağlama”
...
Oh, “Maşallah” bir nur topu da geldi!
Mürüvvet, henüz meçhulde!
Bu gemi bir kere taaa yukarılarda bir “mesaj” darbesi aldı. Oğlan; güler yüzlü, etrafa gülücükler saçan bir eşim olsun telaşında değil de her şeyden bir “mesaj” kapsın, soranlara karşı hazır cevap olsun telaşında. Bir anlamda erkeksi prestijini temsil yeteneği olsun derdinde.
İç huzursuzluk yaygınlaştıkça kişilikler ve estetik kaygılar baygınlaşmıştır. Birbirlerini tüketmeye doğru yol almaktadırlar…
Sonuç: Yuva; çatıdan çatırdamış, temelden yıkılmıştır!
Madem çok mesaj sevdalısıyız, sıralamanın bir mahsuru olmasa gerek;
Mesaj 1: Aşk, diğerinin üstüne basarak yükselmeyi kaldırmaz!
Mesaj 2: Aşk, öğretmenliği kabul etmez!
Mesaj 3: Aşk, yarım elma misali birbirini tamamlamayı gerektirir.
Mesajın icmali: Yanlış kurulan, yanlış yıkılır.
Oh, “Maşallah” bir nur topu da geldi!
Mürüvvet, henüz meçhulde!
Bu gemi bir kere taaa yukarılarda bir “mesaj” darbesi aldı. Oğlan; güler yüzlü, etrafa gülücükler saçan bir eşim olsun telaşında değil de her şeyden bir “mesaj” kapsın, soranlara karşı hazır cevap olsun telaşında. Bir anlamda erkeksi prestijini temsil yeteneği olsun derdinde.
İç huzursuzluk yaygınlaştıkça kişilikler ve estetik kaygılar baygınlaşmıştır. Birbirlerini tüketmeye doğru yol almaktadırlar…
Sonuç: Yuva; çatıdan çatırdamış, temelden yıkılmıştır!
Madem çok mesaj sevdalısıyız, sıralamanın bir mahsuru olmasa gerek;
Mesaj 1: Aşk, diğerinin üstüne basarak yükselmeyi kaldırmaz!
Mesaj 2: Aşk, öğretmenliği kabul etmez!
Mesaj 3: Aşk, yarım elma misali birbirini tamamlamayı gerektirir.
Mesajın icmali: Yanlış kurulan, yanlış yıkılır.
Yorumlar
Yorum Gönder