22- BOHEMİAN RHAPSODY

Efendim, naçizane kalemimizde bir biçem-tat yakalayanların değişik ilgilerine mazhar olmaya başladık. Zaman zaman şu konuyu “Bir de sen yazsana!” diyenleri görür olduk. 

Hayat bu! Bir de bakarsın ki Aybüke başına bela olmuş çıkmış! “Ay, benim için onu da izle, bunu da gözle; ay, onu aşağı çek, bunu yücelt.” deyiverir(!). Aybüke’nin emri olmasaydı hayatta düşünemezdim ki vakit ayırıp da bu filme gideyim. 

Filmin adı ne mi? 

Bekleyiniz lütfen! Bu yazı zaten kuru kuruya bir film kritiği değil. Aslında bu filmi bahane ederek yabancısı olduğum bir tür içinde uzun bir müzik yolculuğuna çıkmak istiyorum. Yazımız durak duraktır, isteyen istediği yerde insin. 

Aybükeler (Nilay-Miray-Melek-Gökben-Burcu.) için ilk tanış olduğumuz günlerin ertesinde “Ay, yine ‘bezgin kızlar’ geldi!” der, ufak tefek pas atsam da mesafeli dururdum. Sonra kendime kızdım. Dedim, yobazca durma, karşında Anadolu’nun bağrından kopup gelmiş kilim nakışı gibi capcanlı duran cici kızlar var. Sen, onlara yakınlaşırsan onlar da senin kişiliğini severler! 

Hay, sevmez olaydılar! Bazen espriyle gerçeklik arasına sıkıştıkları oluveriyor abuk sabukluklarımdan dolayı. En tedirgin olanlarıysa Burcu. İki kere iki dört desem de kastım beş olabilir mi diye gözlerime bakar oldu. E madem öyle ben de taş atmaktan geri durmayıvereyim: İçlerinde kimilerinin her dem kedi muhabbetlerine bayılıyorum (!). 

Neyse, diğerlerini bırakıp emrin sahibi olan Aybüke’ye döneyim. Aybüke genç ve güzel bir kadındır. İltifatına mazhar olmak önemlidir zira kendisi bir Türkçe muallimesidir. Dolayısıyla da o bir “dilge”dir. Yazıver, dediğine göre vardır bir hikmeti. Biz ise hikmeti olanların erbaplığını suallerle sınamaya henüz mezun değiliz efendim. (Değerli aktör şairlerimizden Nihat Ziyalan, şu dilimi ağdalaştırmama kızıyor ama iltifata mahsus bu yapıverdiklerimi hoş görüversinler.) 

Serde gençlik olunca modern çağların akımlarını pek yakından takip etmektedirler. Müzik akımlarını da elbette. İkonları arasında rock and rollcü “Queen” grubu ve onun efsanevi vokalisti “Freddie Mercury” de varmış. Bak hele sen! Bu hayretim de neyin nesi? 

İşte bu Aybüke kız, “gecenin ilerleyen bir saatinde” sanat üzerine bir yazımı okuduktan sonra mesaj geçmiş. “Ay, şu ‘Bohemian Rhapsody’i de izleyip yorumlasanız ne güzel olur!” A aa, üstüme iyilik sağlık! Ben ne anlarım yabancısı olduğum bir müzik türünden ve ününü daha tam teşekküllü bilmediğim onun ön yüzü olan bir ilahtan? 

Bir dilge Aybüke ne demek istedi ki? İyi analiz edip baltayı taşa vurmamam lazım. Yoksa gözünden şıp diye düşüveririm! Acaba izlediği filme ne yönden bakmıştır? Beğenmedi de “Ay, herkesin beğendiği filmi bir ben beğenemedim! Sanatsal algımda bir sorun mu var?” yoksa “Kimsenin beğenmediğini nasıl bu kadar da abarttım?” testiyle mi görevlendirildim, bilemiyorum. Ay, bir çözebilsem de ona göre gaz versem! 

Şu “Queen”, “Bohemian Rhapsody” ve “Freddie Mercury” nedir, kimdir bir bilmek lazım. Yoksa gidilen film, çözülemeyen bir karmaşa olarak perdede akar gider. Eh işte, sosyal ilişkilerde kulağı cilalayacak kadar bilgimiz var ama yetmez. Çünkü bu film bir biyografik yapımdır. Neyse ki senaryonun içine zaten yedirilmiş durumda aradığımız bilgiler. 

1968 yılında İngiltere’de bir baterist, bir gitarist ve bir vokalden oluşan “Smile” adlı bir rock müzik grubu kurulur. Az sayıda müzik kaydı yaptıktan sonra gerekli başarının sağlanamadığı iddiasıyla 1970’te grubu dağıtırlar. O aralar bunları izleyen biri vardır. O da şarkıcı, söz yazarı “Freddie Mercury”dir. İşte bu dönemde grubu yakından izleyen ve gelecek var olduğunu gören Mercury, Smile grubu üyelerine yeni bir grup kurma teklifinde bulunur. Bu teklifle kurulan grubun adı “Queen”dir. Bu grubun en ünlüsü solist Freddie Mercury’dir. Yaşamıyla, sesiyle, şarkılarıyla ve hayatıyla efsaneleşmiştir. Muhteşem şarkılarıyla Queen grubunun milyonlarca hayran kitlesine erişmesini sağlamıştır. Şimdi araya azıcık ansiklopedik bilgi sokalım ki grubun şöhreti iyi anlaşılsın. 

Queen grubunun filme ismini veren 1975 yapımı 6 küsur dakika uzunluğundaki -o zamanlar tutulmaz sanılan- “Bohemian Rhapsody” adlı şarkısının klibi Universal Music Group’un açıklamasına göre şu güne kadar 1,6 milyar kez izlenerek tüm zamanların rekorunu kırmıştır. 

Bohemian Rhapsody filmi, Freddie Mercury ve onun grubu Queen üzerinden bir müzikal yaşam serüvendir. Sosyolojik tabanlı bir senaryodan ziyade tecimseldir. Eğer ki bir müzik akımı içindeki bir vakıa olarak Queen’in serüveniyse anlatılan, senaryo o kısmıyla daha sistematiktir. Film, Queen grubunun rock tarihinin bir kilometre taşı olduğunu ister istemez kavratıyor bize. Dikkatimizse daha çok ilahlaşmış ikona yöneltilmektedir. 

İlah dedim de film öyle ilahı pek de gökte bırakmamış. İlahlaşan bir faninin gâh ele avuca sığmaz gâh mahzunlaşan, çocuklaşan hâllerini zaaflarıyla, gelgitleriyle izlettiriyor. Bu, benim açımdan olumlu bir yapım diyecekken vaz mı geçsem? Sakın bir tuzağa düşmüş olmayayım! Bu, gerçekçi bir senaryo sergilemekten ziyade ticari bir taktik olmasın? Çünkü Batı toplumlarında cinsel tercih farklılıklarını yansıtmak, cila çekmek, kutsamak, o yapımın uluslararası müsabakalarda daha bir okşanmasına yol açıyor. İlahı çelişkileriyle yere indirmekse kabulüm ve bu filmi beğendiklerim hanesine yazabilirim. 

Kavramsal anlamıyla “bohem bir hayat”ın başarıyı ve mutluluğu rendelediği mesajı kişinin elde ettiği başarı grafiğinde zirve-etek çelişkisi yaratılarak en dramatik şekilde verilmiş. İkonumuz üzerinden, formel yaşama dönmeyle sanatsal/kişisel başarının tekrar yakalanabileceği mesajını verecekse iyi vermiş. 

Filmde iki final var: Bir, sanatsal yaşamının finali. İki, onun hemen ardından biyolojik yaşamın finali. Film, ilk baştan beri hoşnutluk yaratan müzik ziyafeti çekmektedir. Afrikalı açlar için Londra’da düzenlenen konserin muhteşemliğini benim gibi kifayetsiz bir anlatıcının sözcüklerine bırakmaktansa bu yönüyle bile bu film izlenilmeye değer. 

Mercury, hastalığından dolayı hayatının baharında daha 45’inde yaşama veda etmektedir. Bu kısa hayat acınmasıyla her daim yaşayacak bir efsane olarak kalmaktadır rocksever insanların dimağında. Mercury’in deli dolu yaşamına ve başarılarına alıştıran film, sonunda izleyici saygıyla karışık bir hüzne sürüklemektedir. 

Yeşilçam’da başoğlan, düşmanı yenene kadar ayakta kalır ve ölür. Kahraman solistimiz ölümcül hasta hâliyle bu muhteşem konser içinde Queen’in yirmi dakikalık sahne başarısına ortak olduktan sonra vücutta taşınan ADIS, oğlanın ve tabii ki filmin sonunu getirir. 

Bu tür filmlerin esası, sevgiye dayanan nostalji duygusu yaşatmak üzerine kurulmaktadır. Duygular üzerinde ticaret hedeflemek elbette psikososyolojik irdelemeler içeren senaryolardan uzak kalacaktır. Bunu illaki olması gereken bir gerçeklik eleştirisi olarak mı söylüyorum? Yo! Pek de bir eksiklik değil. Çünkü bu bir Yılmaz Güney biyografisi değil. Sanatın içinde eğlencelik diye bir kavram da var. 

Evet, pek dilge Aybüke kız, senin için katlandığım o hızlı hızlı akıp da beni çileden çileye sürükleyen altyazı işkencesine karşılık bir gazoz ısmarlayıverirsin artık. Gazozumun sunumu Neriman Köksal kıvamında olmasın, Belgin Doruk edasıyla olsun lütfen. 

Yorumlar

Popüler Yayınlar