28- BU SEFERKİ YOLCULUĞUN ADI ROCK OLSUN
İki varlığın dili evreni örter. Bunlar, bebekler ve müziktir. Aidiyetine bakılmaksızın iki ayrı bebeğin aynı dilde ağladıklarını görürüz. Seslerinin rengi ve makamı aynılıklar gösterir. Diyelim ki söyledikleri karın acıkması ya da karın sancısıdır. Belki de uykusuzluktur. Ataol Behramoğlu’nun şiirini anımsayalım.
“Bebeklerin ulusu yok / Başlarını tutuşları aynı / Bakarken gözlerinde aynı merak / Ağlarken aynı seslerinin tonu”
Bu şiirin esin kaynağı, Ataol Behramoğlu’nun 12 Eylül dönemindeki sürgün günlerinde yaşadığı bir gözlemdir. Yunanistanlı bir arkadaşının evindeki konuklukları sırasında birden farkına varır ki evin bebeğiyle kendi kızı aynı şekil ve tonda ağlamaktadır.
Hangi millete ait olursa olsun müziğin dili de öyledir. Benzer ritmik kıpırtılar oluşturacaktır içinizde. Birinize ağlama, diğerinize gülme duygusu vermez. Notaların dili nasıl bir duygu vermeye çalışıyorsa onu anlar, onu kaparsınız.
‘ROCK MÜZİK SOKAĞI’
Bebekleri başımızın üstündeki taç yerine koyarak müzik üzerinde yürümeye devam edelim. Geçmiş günlerde izlediğimiz bir film üzere rock müzik sokağına girmek istiyorum bu yazıda. Popüler adlandırmayla söyleyecek olursak deli dolu olan gençlerin müziği hani!
Serinde gençlik olanlar bedenlerindeki enerjinin doğurduğu hareketliliğe koşut bir dinamiklik içerisinde modern çağların akımlarını pek yakından takip etmektedirler. Teknolojiden, modaya, modadan mimariye… Bundandır ki insanın vazgeçilmezi olan müzik ihtiyacı içerisinde çeşitli akımlara yönelirler. Bırakın da yönelsinler! Nasıl olsa sonradan durulup ağırlıkça bir türe bağlanacaklardır hiç kuşkusuz. Gençlerin ve her dem genç kalanların dünyası, tek pencereden gelen güneşin aydınlattığı oda içi kadar değil ki! Onlar birer evrensel dimağ sahibidirler. Tekçiliği sevmezler. Çoğulculuğa heves duyarlar. Öyle de olmalı. Herhâlde benimkisi gibi kulaklarını kuru kuruya (!) sadece “Şu Yalan Dünyaya Geldim Geleli”, “Kalktı Göç Eyledi Avşar Elleri”, “Açılın Kapılar Şah’a Gidelim”, “Sarı Yazma Yakışmaz mı Güzele” ya da Âşık Mahsuni’nin bir koçaklaması olan “Yiğitler” için kabartacak değiller ya!
‘GELENEKSELİN DIŞINA ÇIKMAMAK’
Nasıl bir çocukluk ve ilk gençlik dönemim vardı, isteseniz de anlatamam. Yaşamımı çeşitlendirmek için dünyaya dinamik ve çağdaş bir pencereden bakarken gel gör ki müzikte son derece muhafazakârdım. Üç beş telliyi aşmak istemezdim. Gelenekselin dışına çıkmamak için diretirdim. O çağlarda fikrî zeminimi sağlama almak için bu bir gereklilikti. Fikirsel iklimimi o zamanki direncimin beslediğini siz göremeseniz de ben görüyorum. Yerelini sağlam kazığa bağlayamayanın evrensel çatısı çürük olur. Kökünü Anadolu’dan almayan bir tınıyı dinlemezdim. Kürt müziğini de severdim, kökünün Anadolu’da olduğunu düşündüğümden bana yabancı gelmezdi. Arap müziğine ise komşu gözüyle bakardım. Batı mı? Bana ne yahu, desem inanır mısınız?
‘ROCK MÜZİĞİN ANADOLU’SU’
Bu direnç ta ki üniversite yaşamına atılana kadar sürdü. Artık etrafta çeşitli sanatlara yönelmiş olanlar ve anlayanlar vardı. Dışlanmamak lazımdı. Derken çok kültürlülük ortamlarında çıkagelen arkadaşlarla etkileşme ve kaynaşma içerisinde diğer müzik türlerine de göz kırpar olduk, en azından tanımak için. Dinlemediğimiz kalmadı. Blues, rock, heavy metal, caz vs. gibi. İçeride zaten rock müziğin Anadolu’sunu çıkartmışlardı. Kasabalarımıza kadar inmişti bile. Zamana atıf için Cem Karaca’yı anıp geçelim.
Kafamdaki kurguyu toparlamak, daha doğrusu çok cahilane bir yanlışa düşmemek için yazıyı bu noktada bırakıp değerli bir sanatçımızı aradım. Blues için siyahların halk müziğidir, diyeceğim. Buna bağlı olarak da rock müziğin de köken bakımından ‘rock and roll’ tarzını aştıktan sonra blues müziğinin uzantısı olarak sanayi toplumlarının “halk müziği” olduğunu söyleyeceğim, bir itirazın var mı, dediğimde rock müziğe dair yaklaşımımı onaylamadı. İhtisaslaşmanın gereğine inanan biri olarak müzik tekniği ve müziğin diğer tüm unsurları anlamında sanatçımıza itirazım mümkün olamazdı. Yine de deneysel felsefi bir yaklaşımı ortaya koymak istiyorum. Kesin bir doğruluk iddiası içinde değilim. Bilinçli olarak deneysel, dedim. Rock müziği kendime göre bir kalıba sokmaya çalışacağım. Şöyle:
Blues, kölelerle birlikte Amerika’ya neredeyse enstrümansız diyeceğimiz çıplaklıkta taşınan, hançerede yükselen, doğal bir müzik türüdür. Köleler, ilkel donanımlarıyla daha doğrusu donanımsızlıklarıyla gelişkin bir toplum içerisine girdiklerinde şaşkınlık içinde tanıştıkları müzik aletleriyle insan seslerini çekirdek ile meyve misali birbirlerine sarmaladılar. Bundan dolayı blues müziğini Afro-Amerikan türü dediğimiz halk müziği olarak kabul etmekteyiz. Hemfikir olamadığımız rock müziğe gelince:
‘ZAMANIN RUHUNA UYGUN’
Yirminci yüzyılın ilk yarısı diyelim. Aslında rock, “artı(k) değer”de epeyce yol almış sanayi toplumlarının halk müziğidir. E ta oralarda rock müziğin doğduğu zaman dilimi aşamasında Anadolu toplumsal yapısına denk düşecek yerellikte amelelik, kız kaçırma, kan davası, gurbet çilesi, gelir ve fırsat eşitsizliği, cinslerin bir araya gelemeyip sevda çekmesi, özgün doğa sorunları vb. gibi birebir örtüşen unsurlar söz konusu olamayacağına göre buna karşılık kendine has sanayi toplumunun doğurduğu dengesizlikler yaşanacaktı. Onlar da oralara göç eylemiş klasik halk tanımına uygun yani emeğiyle kavrulan insanlardı. Böylesi bir yapılanma içerisinde yuvarlanan halk kesimlerinin duyguları da ritme dökülecekti elbette. Peki, bu nasıl olacaktı? Tabii ki zamanın ruhuna uygun sanayinin doğurduğu hareketlilik ve hızlanma içinde daha hızlı, daha sert (hard) söz ve mekanik aletlerle yapılacaktı.
‘ROCK, GENÇLİK MÜZİĞİ’
Bu rock türünün çoğunlukla bir gençlik müziği olduğundan dem vurmuştuk. Peki, bu rock müzik, kafa sallatıyor ama acaba neden? Sırf o ağır sözlerin etkisiyle kendinden geçme şeklindeki bir enerji salınımı mı bu? Dinleyicilerin yaş ortalamasını hesaba kattığımızda isyanlarının değişik ifade ediliş şekli olarak görmek gerekmez mi bu hâllerini?
‘DEVRİMCİ HALK MÜZİĞİ’
Gençlik demişken rock müziğin vücut bulduğu dönemler itibarıyla soğuk savaş dönemine denk geldiğini göz önüne alacak olursak zıt kutuplara ayrışmış dünyanın içinde o zamanın gençliği politikti ve tabii ki devrimciydi. Devrimcilik, devinim içinde ve halktan yana olmayı gerektirirdi. Onun müziği de teknolojik devinime ve doğurduğu ruhsal gelişime uyum gösteren rock yelpazeleriydi. Bu yaklaşım çerçevesinde rock müziğe devrimci halk müziği demek abes olmayacaktır.
Rock, Batı’daki isyanın, hüznün ve tüm yoksunlukların müziği olmuştur. Toplumsal gelişim; teknolojik mekanikliğin ve sömürünün katılaşması üzerine olunca tabii ki karşı koyuşlar yani muhalif duygular da sertleşecekti. Bunun sonucunda diğer türler gibi rock müziği de çeşitlenecekti. Derken daha serti olan heavy metal ve diğerleri vücut bulmuştur.
Yorumlar
Yorum Gönder