27- SANAT DEMİŞKEN


İnsana *hayvan, demişler. Farklılığını da ortaya koymak için düşünen hayvan demişler. Vallahi bunda bir yanlışlık yok. İnsan denen bu yaratık biyolojik olarak ele alındığında bildiğimiz bir hayvandır yahu! Peki, ne zaman insan olduğunun kararına varıyoruz? 

“Us” denen bir yapının taşıyıcısı olduğunu kabul ettiğimiz zaman. İnsan, bu ussal yapının vermiş olduğu imkân sayesinde kimi davranışlar ve değerler geliştirmiş olup onları çeşitli şekilde adlandırmıştır. Bu değerler ve davranışlar: Dinî, ahlaki, vicdani, iyilik, doğruluk, adalet, estetik-güzellik, sanat gibi. 

Bunlar, “hayatın yüksek değerleri” dediğimiz kavramlardır. Yani özbeöz insana ait, onun ürünü olan değerlerdir. İşte insan, bunların taşıyıcısı olma özelliğinden dolayı hayvanlıktan kurtulur. 

‘NEDEN SANAT YAPMA USTALIĞINA HEVESLENİLDİ?’ 

Hayatın bu yüksek değerlerini, felsefe dediğimiz bilim dalı inceleme içerisine almıştır. Bu değerler içinde şimdi ele alacağımız sanat, felsefenin incelediği “estetik değerler” içerisinde yer almaktadır. Sanat, “güzeli” içerir. 

Mağara dönemlerine ait duvar resimleri içerisinde bulunan diyelim ki hayvan figürleri, o günden bugüne renk ve çizgilerini muhafaza eder bir şekilde bulunmuştur. O zamanlar kolayca ulaşılabilecek sanayi tipi kimyasal boya var mıydı? Yok! Peki, o ilkel dönem insanının derdi neydi de bir takım pigment eldeleriyle renklendirme çabası içine girmiştir? Soruyu özüne yaklaştırmak için daha da netleştirecek olursak bugünkü bilgi tarlası içindeki kavramlaştırmamızla bir soru olarak diyeceğiz ki, “Neden ‘sanat’ yapma ustalığına heveslenilmiştir?” 

‘GÜZELLİK DENEN DUYGU KAYNAKLIĞI’ 

Kapitalist ekonomi yasaları, mağara dönemlerinde henüz icat edilmemiş olduğuna göre ilk insanların bu faaliyetleri yaparken kâr güdüsü içinde olamayacaklarına kefil olabiliriz. Zaten mağara duvarlarındaki resim kime satılabilirdi ki? Para var mıydı? Ya da diyelim ki trampa (değişim) zamanında mağara duvarını kim sırtlayıp da evine götürebilecekti ki? E peki, bu duvar çalışmaları neyi hedeflemektedir? 

Temelde bir kâr faaliyeti olmadığına göre resmin, sahibine “güzellik” denen bir duygu kaynaklığı oluşturduğu sonucuna varabiliriz. Bu durumda yapılan çalışmaların yapıcısına ve izleyenlerine “estetik zevk” adını verdiğimiz bir yüce duygu verdiğini söyleyebiliriz. Estetik, sanatın temel kavramlarından biridir ve tamamen akçeli işlerin dışında kalır. Ta ki kapitalizmin gelişmesiyle birlikte alım-satım işlerine değer katan bir ölçü olmaya evrilesiye kadar. İnceleme çabasında olduğumuz şey, sanatın kâr yönü değildir. Bu ayrı bir konudur. 

‘ARTI DEĞER’ 

Söz, artı değerden açılmışken şimdi buradan bir parantez açarak, Marksizm’in temel kavramlarından biri olan “artı değer”, sanatın gelişimi için şarttır ve sanatı geliştiren bir unsurdur, desem ayrı bir tartışma konusu açılır. Parantezi kapattım! 

‘GÜZELİ ARAMA ÇABASI’ 

Hayatın tüm alanlarında insanın güzeli arama çabası hâkimdir. Örneğin mimaride de en bariz şekilde güzeli arama çabasının hâkim olduğunu kolayca kavrayabiliriz. Öyle ya, temel amaç ve işlev, barınma değil midir? Düz ve yüksek dört duvar çıkarsın, üstüne de bir dam çekersin olur biter. Ama öyle değil işte! Süslemeye yönelik çeşit çeşit mimari “şekil” ve “stil” yaratılmış olduğunu görüyoruz. E yine soralım peki, amaç ne? 

‘ESTETİK NASIL BİR DUYGUDUR?’ 

Bu stillerin, barınma açısından pratik bir faydası ya da amacı olamaz. Mimari, kendisine amaç olarak “güzelliği” almıştır. Yani estetik duygular peşindedir. Şehirlerin güzelleşmesi, mimarinin işte bu “güzeli” işleyebilmesi ile mümkün olmuştur. Hayatın diğer alanlarındaki unsurlar ve edimler olan örneğin müzik, şiir, bir elbise modeli, güzel bir insan yüzü… İnsanlarda “güzellik” yargısının meydana gelmesine sebep olabilmektedirler. İşte insanlarda güzellik duygusu oluşturan bu işler birer sanat dalı olmaktadırlar. İnsanın iç dünyasında oluşan “estetik” nasıl bir duygu ve zevktir? Diğer hazlara benzer mi? Şundan hemfikiriz ki bu tür zevk ve duygular diğerlerinden farklıdır. Maddi dünyaya ait yargılarımızdan farklıdır. Paylaşılandır güzeli içeren sanat eserleri. En azından yanımızdakine elimizle ya da hiç yoktan bir göz işaretiyle göstererek paylaşmaz mıyız o güzellikleri? Oysaki insanın elindeki herhangi maddi bir varlığını paylaşma gibi bir duygusu var mıdır? Tekelimizde tutmak için onları çevremizden sakladığımız bile olmaz mı? 

‘GÜZEL SANATIN ÖZÜDÜR’ 

“Güzel”, estetik bilimi kapsamında olan bir değerdir ve sanatın özüdür. Dolayısıyla sanat da estetik biliminin inceleme kapsamı içindedir. Estetik, pozitif bilimler gibi deneysel olaylarla değil, değerlerle ilgilenir. Yani ahlak, mantık gibi kural koyan bilimlerdendir. Dolayısıyla sanat üzerinde deney yapamayacağımıza göre elbette ki estetik biliminin emin ellerine bırakacağız. 

Gelelim sanatı ete kemiğe büründürmeye, yani sanatın tanımına. 

Günlük söylem içerisinde, bir marangoza da sanatkâr deriz. Her zekâ ve hüner, ürün verici bir sonuç doğurduğunda bu faaliyete kestirme yoldan “sanat” deriz. Bu, pek de yabana atılır bir tanımlama değildir. Öte yandan estetiğin konusu olan sanat da bir zekâ ve hüner işi değil mi? Evet, öyledir. Yine ortada galatımeşhur bir durum var. Öyle denilse de ikisi aynı şey demek değildir. O zaman toparlanmış şekliyle şöyle bir tanımlamayla girelim: Gelişmiş bir zekâ ve hünerin ürün verici faaliyeti iki çeşit olur. 

1) Zekâ ve hünerin faydaya yönelik işlemesi, ürün çıkarması. Yani eşyanın bize fayda sağlayacak şekilde işlenmesi, örneğin demirin bıçak haline getirilmesi gibi. Bu şekil faydaya dayalı ürün verici faaliyetlere “zanaat” ya da “faydalı sanatlar” diyebiliriz. Böylece bir sanat olduğunu kabul etmekle birlikte faydalı (maddi) olması yönüyle diğer çeşit sanattan ayırıyoruz. Bu tür faydaya yönelik tutulan faaliyetin adı sanat değil, zanaattır. 

2) Zekâ ve hünerin, menfaat öğesinden uzak, özellikle güzelin kendisini arayan şekildeki faaliyetlerine ise “Güzel Sanatlar” adı verilir. Teşbihte hata olmazsa, bir damat adayının “güzel” bir gelini arama ve bulma çabasıdır sanat. 

‘İLHAM’ 

Sanatın işleyişini ve tanımını netleştirdikten sonra kaynağına inmeye çalışmakta yarar var derim. Çünkü orada sadece adını bildiğimiz bir meçhul-ü hayal var: İlham! 

Nedir sanatın kaynağı? 

‘SANAT KENDİLİĞİNDEN MEYDANA GELİR’ 

İnsanın içindeki güzele doğru itilmenin etkisiyle meydana gelmiş olan sanatın, açımlamaya çalıştığımız iki faaliyet alanından birisi olan “güzel sanatlar” dediğimiz bu ikincisi, her türlü ekonomik menfaatlerin dışındadır ve kendiliğinden meydana gelir. Bireyler bazen iç âlemini ya da bilinçaltı duygularını hiçbir menfaat gözetmeksizin bir yaratıcılıkla dışarı çıkarırlar. Örneğin şiir gibi. En sıradan insan dahi denemiştir. 

‘SANATIN İTME GÜCÜ’ 

Bu dışavurum, sanatın itme gücünün bir sonucudur. Bu itekleyici kuvvet, sanatkârda bazen bir heyecan, bazen de bir ilham şeklinde kendini gösterir. Sanatkâr, duymuş olduğu bu heyecan ya da ilhamı, bazen şiirlerde olduğu gibi kelimelerle, bazen de müzikte olduğu gibi seslerle ve bazen de resimde olduğu gibi renklerle anlatabilir. 

Fakat sanatkâr/sanatçı bu itici gücün içeriğini izah edemez. Onu, bazen bir ilham ya da heyecan şeklinde ifade edebilir. İlham meselesinin aslı budur. Enerji var olduğu sürece sanat bitmez. Bu bitmezlik içerisinde hiç kuşkusuz sanatın diğer yön ve ilişkileri de ele alınabilir. Fakat açıklamalarımızı konumuzla sınırlı tutmak zorundayız. 

*Hayvan tanımlaması bir aşağılama unsuru olarak değil, düşünme yeteneğinden yoksun olma anlamıyla karşılaştırmalı kavram olarak kullanılmıştır.

Yorumlar

Popüler Yayınlar