35- BU HAYAT İÇİNDE "BİR BAŞKADIR" BENİM HÂLLERİM

Yedi yılı aşkındır TV’lerde dizi ve benzeri şeyleri izlemişliğim yok. Haddizatında TV izlemiyorum. Bu zaman içerisinde alt kültür gruplarına itilmiş kimi insanların hayatın gerçekliğini dizilerdeki replik ve sahnelemelere göre yorumlayıp anlamlandırdıklarına tanıklık etmeye başladım. Yarenlik ettiğim çiçekçi bir hanımefendi, zaman zaman beni tersliyordu. Çözümlemekte güçlük çektiğim kimi insan ilişkileri söz konusu olduğunda hayret duygusu içerisinde a aa, hiç falan filan diziyi de mi izlemiyorsun, izlemiş olsaydın böylesi bir olay karşısında Şukufe kızla Berkant oğlanın nasıl tavır aldığını görürdün. Çok cahil kalmışsın çok, küçümsemeleriyle tepeden bakışlarına maruz kalıyordum.

Zorda olan insanlar dal arar. Tahtaya kaldırılmış tembel öğrenci psikolojik rahatlığa erişmek için kendi ayarındaki diğer bir öğrencinin seçilip tahtaya çıkartılmasını tarifsiz sıkıntılar içerisinde bekler. Gelişen sosyoekonomik gaileler karşısında tutunulamayan dalların doğurduğu travmalar, terapi maliyeti oluşturmayan pijama terlik destekli diziler üzerinden hafifletiliyor. Gerçeklik katına çıkardıkları diziler aracılığıyla bu sorunları yaşayan sadece ben değilmişim ki, kabulüyle hem terapi oluyorlar hem ötekileştirilmişlik yalnızlığından kurtuluyorlar.

Çokça dizi izleme salıkları almıştım ama hı hı bakarım, deyip geçiştirmiştim. Hadi geçtim alt grup insan yönlendirmelerini, ciddi ciddi bir psikolog dostumla iş yerindeki çok cici bir oda arkadaşımın bilmem ne platformundaki “Bir Başkadır” dizisini izlesen çok şey bulacaksın, baskılarına maruz kaldım (!). Üff, 8 bölüm. İşim gücüm mü yok ya? Bunları da hı hı, deyip atlatmak istemiştim.

Aslında daha evvelinden diziyle ilgili yazılar gözüme çarpmıştı ama okumamıştım bile. Çünkü dizi diyerek küçümsüyordum. Fakat o da ne? Dostlarımın bu önerilerinden sonra algıda seçicilik potasına giren bu dizi, olur olmaz köşelerde, TV-Sinema eleştirmeni olan-olmayan daha ziyade olmayan kalemlerde karşıma karşıma çıkmasın mı? Hayatlarında bir film dahi izlemeyen bu köşebentler neden yazıp dururlar ki? Bari iler tutar sanatsal eleştiriler olsa gam değil! Aha şuraya yazıyorum, en az 50 makale. Aldı beni bir merak? Dedim bundan iyi bir yazı, hatta iki yazı çıkar. Evde ne mısır patlağı, ne gazoz, elimi boş çalıp oturdum antraksız 8 bölümü birden izledim.

Senaristin zihnine yerleştirdiği yani murat ettiği sosyolojik boyuttaki mesaja dair kurgusu neydi bilemem ki bunu izlencede pek de netleştirdiği söylenemez. Kimi eleştirmenlerin (!) ideolojik şartlanmalarla getirdiği tek boyutlu eleştirilerin tersine senarist ya objektiflik mottosu adına ya da bilmeyerek çift kale oynamıştır, diyorum. Senaristin ve yönetmenin ki ikisi de aynı kişidir kafası karışık. Vah zavallı köşebentler! Çoğunlukla bir sanat eleştirisinden ziyade Türkiye’nin inanç üzerinden bölünmüşlüğünün izdüşümlerini döktürüyorlardı.

Bir de şu var. Bizde, daha doğrusu azgelişmiş toplumlarda birikimsiz, derinliksiz yaşantılar söz konusu olduğu için kolayına etki altında kalma yani sürü psikolojisine kapılma yatkınlığı hatta mecburiyeti var. Köşelerin dışında sosyal medya alanları da bu diziyi izleyin, baskısıyla dolmuş taşmış. Klasik bir deney var. Bir odada anlaşmalı 5 kişi her gelen yeni kişi karşısında kısa çöpe uzun çöp demektedirler. Son gelen her denek kısaya kısa diyecekken gruba uyum sağlamak, daha doğrusu onlardan ayrı düşmemek için yanlışa sarılıp uzun, der. Sürü psikolojisi dediğimiz budur.

Gözlemim odur ki bu kadar medya yönlendirmesine kapılan kimi insanlar modadan bi haber düşmemek için izlemem gerekir baskısı altına girmişler. Öyle ki boşta kalmamak için yorum diye savlanan yanlışlardan birini sahiplenme gereğini bile duymuşlar. Sınavda kopya çekme baskısı altına giren öğrenci bilse de bildiğini değil kopyayı yazma telaşı içerisine sürüklenir.

Bilinçli izleyiciler çoğunluktadır tabii ki de yaygın izleme histerisinin sanatsal kaygılardan çok politik yüklenimlerden yaratıldığını düşünmekteyim. Yoksa ortada ne işlenmemiş bir konu, ne de kaçırırsam eksik kalırım gerçekliği var. Mağduriyet ve “laikçi teyzeler” mottosu üzerinden dikkat ve ilgi yönlendirilmesi yapılmıştır. Tecimsel anlamda bu fırsat yapımcının ne yerde ne gökte bulabileceği bir fırsattır.

Senaryo güzel, kurgulama güzel. Sadece anlatımda birazcık netlik kaybolmuş o kadar. Ondandır ki inanç ve etnisite üzerinde geçinen köşelerde mağduriyet tüccarlarına gün doğmuştur.

Bir Başkadır, Berkun Oya’nın yazıp yönettiği 8 bölümden oluşan bir Netflix dizisidir. Aslında 4 ana karakter kadın üzerine kurulu bir senaryo. Bunların her biri sınıfsal karakter olarak farklı sosyokültürel ortamlarda barınıyor olmalarına karşın İstanbul keşmekeşinin doğurduğu karmaşık yaşam içerisinde bir araya gelen insanlardır.

Hikâye, başörtülü Meryem’in teşhis konulamayan bayılmalarına hurafe telkinleriyle çözüm bulmaktan vazgeçip tıbba yani bilime yönelmesiyle danışanı/hastası olmaya karar verdiği psikiyatrist Peri ile başladığı seanslar çerçevesinde kesişen hayatları konu edinmektedir. Evet, işte hiçbir köşebendin görmediği şekilde inanç kökenli hurafelere karşı bilim tercihini ortaya attım. Netlik kaybolmuş dedim ya senaristin muradı bu olmasa dahi bilmeden düştüğü reddiye, inanca dayalı tedavi yöntemidir. Artık kanıksanan ve geçerliliği kalmayıp tam aksine mağduriyetler yaratma iktidarına erişmiş bir anlayış üzerinden hâlen mağduriyet ticaretine yönelmek börk vermiş durumdadır. Geçin bunları!

Dikkat isterim. Bilimselliği yönelişi vurgularken senaryo üzerinden ilahi inancın reddiyesi gibi bir iddiam zinhar yoktur. Dinî bütün kesimlerdeki tanrının orijinini yani aracısızlığını korumak için yaygınlaşan “deizm”e karşı bir göz kırpma neden olmasın ki? Meryem’in inançtan vazgeçmeksizin şifa bulmak için mahalledeki hoca efendisinin vahiyi temsil eden sözleriyle yetinmeyip psikiyatriye yönelmesini neye yorumlayacağız ki? Bu aynı zamanda geçmişle geleceğin yani cumhuriyet (imam-öğretmen) çatışmasının modernite lehine galebe çalması (yenmesi) değil mi?

Oyunculuklara bayıldım yahu! Laf aramızda Meryem’e âşık oldum. Senaryoda şaşırtıcı derecede ilginç karakterler oluşturulmuş. Ana karakter Meryem’i oynayan Öykü Karayel “biçilmiş kaftan” sıfatının sözlükteki tam karşılığı olsa gerek. Meryem, bastırılmış duyguların yarattığı nevrozdan kaynaklı bayılma hastası sevimli, muzip, hınzır, fıldır fiş genç bir kız. Abisinin evinde yaşar. Psikiyatrist Peri’nin danışanı/hastasıdır.

Peri, kolejlerde okumuş, toplum kesimlerine mesafeli, cumhuriyete karşıt kesimleri sembolize eden unsurlara hepten iğrenme ölçüsünde soğuk “laikçi teyze” nefretini körükleyecek mertebeye/role oturtturulmuş bir psikiyatrist. Senaryodaki netlik kayması dediğim baş unsurlardan birisidir bu. Ciddi olan senaryo yazılımı Peri noktasında absürtlüğe oturtturulmuş. Yukarıdaki cumhuriyet yanlılığından birden bire karşıtlık duygularını okşamaya geçilmiş. Pratikte başörtülü bir danışanını reddeden hekim örneği duyuldu mu ülkemizde? Hiçbir gerçekliğin senaryo içerisindeki absürt yazılımına karşı olunamaz. Bu çerçevede bir absürtlük yazımıysa buna tamam! Fakat buradaki absürtlük sırf kör güdüleri gıdıklamak için gerçeklikmiş gibi verilmeye kalkışılmıştır. Sanatsal yorum olsa amenna! Yanlış olan bu işte!

Pek alışık olunmadığımız hatta duymadığımız bir şeyle karşılaşıyoruz. Psikiyatristin psikiyatristi var. Başörtülü danışanını kabul etmekten bunalıma düşen Peri, danışanına yani hastasına tahammül edebilmek için psikiyatrist Gülbin’den tedavi almaktadır.

Psikiyatrist Gülbin, mavi gözlü bir Kürt. Gülbin de aile içinde modern hayat çatışması yaratan başörtülü siyasal İslamcı bir ablayla cebelleşmektedir. Cebelleşmenin görünürdeki sebebi felçli kardeşin bakımına olan yaklaşım. Felçli kardeşin doğum sebebi üzerinden baskıcı devlet imgelemesine geçiş yapılmış. Pek karışık mı oldu? Kürt anneyi hamileyken jandarmalar tekmeliyor ve çocuk sakat doğuyor.

Sinan, rezidansta yaşayan ama ne iş yaptığı pek anlaşılamayan, entelektüel birikimden yoksun, kadınları sadece kadın olarak gören bir play boy. Bir süre sonunda boş kafalılığından dolayı sevgilisi Gülbin tarafından küçümsenerek terk edilecektir.

Hasta, hasta-psikiyatrist ve psikiyatrist. Bu üç kadının kesiştikleri ilginç hayat noktaları var. Birinci psikiyatrist kadın başörtülü hastasından nefret ediyor ve onu danıştığı psikiyatristine şikâyet ediyor. Kaderin cilvesine bakınız ki başörtüsü şikâyetini dinleyen psikiyatristin ablası başörtülü. Yine kendisine şikâyet edilen bu başörtülü kadın temizlikçilik için evine gidilen play boy Sinan’a gizli âşık. Yani hakkındaki şikâyeti dinleyen Gülbin’in sevgilisine.

Mahallemizin hoca efendisinin imanlı yetişen kızı zaten babasından gizli açık hayat yaşarken bir lezbiyen afet olarak çıkar ve babasını incitmeden planladığı bir karşı çıkışla başını açarak terk ettiği üniversiteyi bitirmek üzere aşığı kızla birlikte Konya’ya taşınır.

Meryem’in dini yola sıkı sıkıya bağlı pavyon fedaisi bir Sinan abisi var ki düşman başına. Kadınlarla sadece bağırıp çağırarak iletişim kuruyor. Böylesi bir adama eş olan ise genç kızlığında uğradığı tecavüz sonrası neredeyse dilini yutan mağdur kadın iki çocuk anası zaten travmalı olan Ruhi’ye. Öyle ki küçük çocuğu bile travmalı yaşantı içerisinde konuşmaya beş yaşında başlar. Ne büyük lütuftur ki tecavüz defolusu (!) bir kadını bu Sinan sinirlisi çekinmeden onu karılığa hem de büyük bir gönül okşamasıyla kabul eder.

Birbirlerine dokundukça kendi özlerindeki yaraları kanayan karakterlerle dolu bir dizi film bu.

Tabii ki teknik değerlendirmelere pek giremeyeceğim. Çünkü 8 bölüm yaklaşık 6 saatlik bilgisayar ekranında izlediğim bir seri film. Bilgisayar ekranı bunları ölçümlemeye elverişli değildir. Bu kısmı geçiyorum bir kalem.

Sinemada artık yerine oturmuş bir Nuri Bilge Ceylan ekolü var. Hadi o bir NBC. Siz kimsiniz? Kimsiniz sorusunu karşılayabilmek için kendiniz olmanız gerekmektedir. Ne ya o uzun uzun bakışmalı, susmalı sahneler? Sanki dersiniz ki sahne altı gizli bölmede sufleler bekleniyor ki öyle olsa bile uzun. Yine NBC havasında eski püskü geniş camlı otomobillerle geniş ovalarda geniş açılı kameralarla uzun sahnelemeler falan… İlla kendinize bir taklitçi yaftalaması beklentisi içerisinde misiniz nedir bu yahu?

Asıl mağdurdan ziyade mağdur kılınan, neredeyse masum gösterilen tecavüzcüyle o yüzleşme sahnelemesi olmaması gereken, anlamsız ya da verilmek istenilenin verilememiş olduğu bir sahnelemedir.

Bir de suya tirit gerekçeyle (!) Meryem psikiyatriste gider de tecavüze uğramış, dilini yutmuş zavallı o gelin neden psikiyatriste götürülmez yahu? Keşke gerçekçilik süsüyle görüntüyü kurtarsaydınız.

Evet, evde kalmışlık sendromunu anlıyoruz. Bu nedenle Peri, türlü tevir glütensiz beslenmelere yöneliyor derken erkek bulabilmek için spor salonları falan da “laikçi bir teyzeyi” bu kadar karikatürleştirmenin ne kadar âlemi vardı ki? Sırf sonunda dirayetli görüntüden acziyete düşen sembol olarak algılatmak için mi başlangıçta otoriter, dirayetli kadın olarak gösterdiniz Peri’yi? Hem İsa’ya hem Musa’ya göz kırpayım derken fazla dağıtmışsınız.

THE END:

Keyifle izledim. Örneğin gelecek haftaki pandemi sıkıyönetimi gününde oturup 8 bölümünü birden izlemenizi tavsiye ederim. Hele Üstat Sami Günal’ın (!) rehberliğinde izleyecek olmanız bu diziyi zihninizdeki hit raflarından birine kaldıracaktır.

Yorumlar

Popüler Yayınlar