37- DANGAL

DANGAL 

Başlıktaki sözcük neyi çağrıştırabilir ki? İnsanın, o rengi adlandıran iki harflik sözcüğü ekleyesi geliyor ama bu bir aşağılama yazısı olmayacak ki. Vazgeçtim! Gizem arayışına girişmek bu yazıya hiçbir katkı sağlamayacak. Sadede gelip bunun Hintçeden “güreş müsabakası” anlamına gelen terimsel bir sözcük olduğunu aktarayım. Fakat sözlüğe baktığımda Türkçe karşılığının “güreş” ifadesinden ziyade “isyan” olduğunu gördüm. 

Yapımcılığını ve oyunculuğunu ünlü Hint aktör Aamir Khan’ın paylaştığı 2016 yılına ait bir Bollywood filminin adıdır bu. İzlenildiğinde görülecektir ki “İsyan” adlandırması, filmin ruhuna daha denk düşen bir tanımlama olacaktır. 

Elem duygusu veren bir konu içerisinde konuşurken uyarına geldi ki bu filmi salık verdi sevgili dostum Metin Ersoy. Senaryosu gerçek yaşamdan kotarılmış bir dram üzereymiş. Konuştuğumuz konunun neresine denk düşecekti de tavsiye etti, aklımdan uçtu gitti. Beni iyileştirmeye yönelik bir tılsım yaratması için önerdiği kabulüyle izleme sözü verdim.  İyi de kendini mi, yoksa karşındakini mi gör, demek istemişti?

Ekran başına, bir belirsizlik duygusu içerisinde oturdum. Hissim oydu ki filmi, gerçeğin iki yüzü ya da zıtların birliği sarmalına sararak izleyecektim. Bilmeyenlerin sözü bol olurmuş. 

Bilmek-bilmemek üzerine olunca, hele işin içine Metin de girince sürpriz olacak bir hikâyecikle yol alayım. Bu hikâyenin aklımda olduğunu şaşıracak. Zira kendisinin köyünde geçen bir hikâyedir. Final cümlesini yıllar yılı tekrarlar dururum içimdeki saklı acıların anlaşılmazlığı üzerine. Kaç zamandır uyarına gelen bir hikâye içine yerleştirmek isterken sırası bu yazıymış. 

Osmaniye’nin Cevdetiye kasabasındaki bir delikanlı, gönül bu ya ağanın kızına dolanır. Ağa, bu oğlanı bir gün kızının üzerinde yakalamasın mı? Hem de kendi mercimek tarlasının içinde. Oğlan, can havliyle kızın üzerinden yekinirken mercimek fidelerini kavrar. Avuçlarını o kadar kilitlemiş ki kopardığı mercimek dalları elde yumulu hâlde nefes nefese koşarken köy kahvesinde oturanlar bu kovalamacaya anlam vermeye çalışırlar. Olayın aslını bilmeyen köylüler: 

- Bre Hüsmen Ağa, bir dal mercimek için adam mı kovalanır, diye seslendiklerinde ağa kan ter içerisinde söylenir: 

-  Aa ah! Bilen bilir, bilmeyen bir dal mercimek sanır. 

Benim yaram, kendimi içine hapsettiğim yaradır. Metin, bunu bilir de sıkılı kalmış ruhuma belki ufuk açıcı olur diye tavsiye etmiştir. 

Gerçekten bilebilir mi acaba? 

“Senin diplomana hiç benzemiyor / Değme doktor, benim yaram başkadır / El ile tutulmaz, gözle görülmez / Tene sızı olmaz, iğne vurulmaz” 

Palyaçonun gerçek yüzünü kimseler göremez. Siz onu kulis sonrası görün, görebilirseniz. 

Bu filmde derdime derman ne ola ki? Hele bir içeri girelim de gonk çalsın, perde açılsın. 

Hindistan filmlerinin genel karakteristiği şenlik, görsellik, müzik imgelemeleri üzerine oturur. Dangal, bu bezemelerin üzerine dram unsurunu da oturtmuş bir film. Dram yüklenilen kısmı, toplumsal cinsiyet farklılıklarının doğurduğu sonuçlar üzerinedir. Film, toplumsal cinsiyet ayrımcılığını, genel yaşam nüveleri içerisinde göstermekten ziyade daha anlaşılır ve çarpıcı kılmak için sırf erkek egemen tekelinde olan güreş sporu içerisinde işlemektedir. 

Güreş gösterileri arasında işlenen bir film olunca önce şöyle bir irkildim. Çünkü ilgim yok, hatta sevmem. Söz vermişliğimin hatırına biraz sabredeyim, derken serüvenin sürükleyiciliğinden kendimi alamadım. 160 küsur dakikalık filmi sıkılmadan bir solukta izledim. Filmlerde uzun zamandır canımı sıkan zaman atlatma (sahne geçişi) probleminin olmaması da özellikle dikkatimi çekince pürüzsüz bir görsel şöleni izler gibi oldum. Hint film müzikleriyse zaten ayrı bir haz seremonisidir. 

Şimdi toplumsal cinsiyetçi yaklaşımın eleştirisi deyince tabii ki işin içine cinsel durumlar da giriyor. Hele güreş gibi bedensel hareketlere dayalı bir filmde sırf gişe başarısına katkı olsun diye cinsel iştahları kabartacak mizansenler bolca yaratılabilecekken asla ve katta sapılmamış. Ne benim gibi, kaba güreş hareketlerinden hoşlanmayanları irite edecek, ne de erkek gözüne hitap edecek tuzak sahnelemeler var. Kadının cinsel obje yapılma mottosu aşılmış sırf sporcu olarak sunulmuş. Gerçekten gözü gönlü tok bir film yapımcılığı. 

Kılkuyruk yeğen tiplemesini saymazsanız diğer tiplemeler mükemmellik düzeyinde. Biraz da kızların büyümüş tiplerinin seçiminden puan kıralım. Tiplemelerde puan kırsak da oyunculuklarında kıracak bir açık yakalayamazsınız. Güreşçi kız oyuncuları elemeler yoluyla halktan seçilmiş. Güreşçilik kurslarına tabi tutulmuşlar. Hindistan’ın en önde gelen aktivist oyuncularından olan Aamir Khan işine ve senaryoya olan saygısından dolayı bu filmde 28 kilo alıp vermiş. 

Aamir Khan’ın canlandırdığı Mahavir Phogat sporculuğa milliyetçilik duygularıyla yaklaşan, madalyaları bulunan eski bir güreşçidir. Emekli olmuştur ama bu milliyetçilik duygusu onu rahat bırakmaz. İllaki bir erkek çocuğu olsun da kendisi gibi ülkesine madalyalar kazandıran bir güreşçi olarak yetiştirsin arzusu içerisinde yanıp tutuşmaktadır. Gelinsin görülsün ki bir türlü erkek çocuk sahibi olamaz. Erkek çocuk denemeleri köy içinde alay konusu dahi olur. Dördüncü kız çocuğundan sonra artık gönülden olmasa da dilden bu destansı arayışa son verir. 

Son vermişken filmde dış ses olarak kullanılan yeğenin ağzından çıkan ifadelerle: 

“İnce bir dalın boğulan bir adama umut vermeye yettiği söylenir. İşte amcam bir değil iki cankurtaran bulmuştu.” 

Nasıl yani? 

Kızların bir ve iki numarası olan Geeta ve Babita bir gün, mahalledeki iki genç oğlanın ağızlarını burunlarına katarlar. Kızların bu olağanüstü erkeksi güç gösterisi, babanın zihninde sönmüş “bir yangının külünü yeniden yakar”. 

O an, yerleşik tüm toplumsal değerlerin aksine kızlarını güreşçi olarak yetiştirmeye karar verir. Yaşadıkları yer zaten köydür. Arazilerinin bir köşesinde pist kurarak kendi verdiği sıkı antrenmanlarla kızları kum güreşçisi olarak yetiştirmeye koyulur. Kızların önünde benim, diyen erkek güreşçi duramıyor. Derken minder güreşine atlıyorlar. Şampiyonluklara, madalyalara doymuyorlar. Büyük kızı milli takıma giren baba, koçluğunu küçük kızla sürdürmeye koyulur. Bu arada kızlara antrenman babında yaptığı sıkı çalışma işkencesini özellikle not düşerek konuyu buradan bırakıyorum. 

Gerçek yaşamdan alınmış bir başarı hikâyesi olarak bakınca e ne de olsa ince varlıklarız. Pozitif ayrımcılık üzerinden duygularımız boğum boğum kabardıkça kabarıyor. Diyorsunuz ki toplum cenderesine alınan kadınların baskılanmasına, ezilmesine, çağdışı yaftalamalara karşı feodaliteye sırt dönen bir başkaldırı filmi seyrettim. Gerçekten de öyle. E sportif eziyetkâr babaya bile bu devrimciliğinden dolayı hayranlık duyuyorsunuz. Çünkü gözümüze duygu yüklü tekil başarı gözlüğünü taktık. Ben de zihnimi yormadan bu duygularla sinemadan çıkıp evime gitmek isterdim. Ne yani analitik felsefe şart mı? Yorma kafanı! 

Yukarıda Metin’in omuzları üzerinden boşuna mı düğüm attım? Peki, ne demiştim? 

Diyalektik felsefeyi halk diline çevirerek gerçeğin iki yüzü ya da zıtların birliği sarmalına sarma duyarlılığıyla izleyeceğim galiba, demiştim. Aslında bizim dilimizdeki tanımıyla yarım bardak hikâyesidir yapacağımız felsefe. 

Film bir yandan hakikaten size güç verecek ve ufuk açacak şekilde feodal sisteme karşı mücadele verirken öte yandan aynı baba, görünürde kızlarının başarısı için çabalarken onların duygu ve düşüncelerini, bireysel seçimlerini hiç gözetmeden aslında kendi doyurulamamış başarı duygularının tatminini çocuklar üzerinde sağlamaya kalkışması yine feodal davranışların özüne dönmek değil miydi? 

Spor, beden bilimi olarak temelde amatörce yapılan bir eylem değil midir? Peki, neden milliyetçilik sosuyla illa bir yarış, illa birincilik kazanma olarak gösteriliyor? Bu doğru olsa bile çoğulcu bir mutluluğa hizmet etmez ki! Diyelim ki on ekipli bir müsabaka da sadece bir mutlu ekip olmanın felsefesi kabul görecek demektir. Filimde baba demektedir ki “Unutulmayıp akılda kalan birisi olmak için illa illa birinci olacaksın.”. 

Kız, babasının tahakkümünden kurtulmak ve daha teknik çalışmalar içinde özgür bir kadın olmaya kalkıştığında neden başarısızlığa uğratılıp ancak babasının sözünü dinlemesi koşuluyla özellikle tekrar tekrar birincilikler kazandırılıyor? Kadın illa baba, koca, kardeş gölgesinde mi mutlu, başarılı olur mesajı verilmek isteniyor? 

Kızların babanın eziyetkâr antrenörlüğüyle nefret ettikleri güreşi sevmeleri bile yine erkek korkusuyla olmuyor mu? Yaşıtları olan küçük bir kız arkadaşlarının düğününe gittiklerinde yaptıkları işten nefret ettiklerini söylediklerinde küçük gelinin “Babanız sizi sevdiği için, kurtarmak için yapıyor yoksa benim gibi tanımadığınız bir adamla bu yaşta evlendirilirsiniz.” deyince erkek korkusuyla yüzlerinde çiçekler açtırarak güreşi kabulleniyorlar. 

Feodal kültürler içerisinde insanlar kişisel ya da cinsi diyelim. Güçlerini çocuklarının cinsiyetleri üzerinden almakta değiller mi? Bindirilmiş bu ruhladır ki benim amcalarımdan birisi de 5 kızdan sonra iki oğlanı buldu. 

Cinsiyetçi yaklaşım, filmin bir yerinde iyice muştulanıyor. Baba, annenin “Bütün köyün alay konusu olduk, kızlarımızla kim evlenecek?” sorusuna karşılık “Kızlarımızı öyle bir yetenekli hâle getireceğim ki erkekler, onları seçmeyecek, onlar, erkekleri seçecekler.” demektedir. Sporcu olan kızlar alay konusu olurken üstün yetenekli olmayanlar da eş seçemeyen ama seçilen oluyorlar. 

Duygusallıktan ve salt kişisel ya da beklenmedik cinsiyete ait başarı duygusundan sıyrıldığımızda filmin tamamen erkek egemen düzenin güzellemesini yaptığı yönünde böyle benim gibi bilgiçlik taslayacaksınız demektir. Bir de yav, neresi pozitif kayırmacılık ki sağ gösterip sol vuruyor, repliğiyle final yaparsanız tuzu, biberi olur. 

Girişte “isyan” adlandırmasının filmin ruhuna daha denk düşen bir tanımlama olacağından dem vurmuştum. Filme iki gözlük takmıştık ya duygu yüklü başarı hikâyesi gözlüğüyle baktığımızda görülecektir ki babanın, düzene; kızların, babaya dolayısıyla erkek egemen kültüre isyanı vardır. 

Evet, her yönüyle doyurucu olan bu filmi, sinemaların kapalı olduğu ve sizlerin evlere hapsedildiği şu yasaklı günde internette keyifle izleyebilirsiniz. Aman n’olur sayfalar dolusu şekilde görüldüğü üzere “mesaj” çıkarma, alma, verme kaygısı takınmadan izleyiniz. 

The End faslına gelince: 

Sevgili dostum Metin, özelimi uluorta konuşacak değilim ya! İzle, demendeki gizemi çözmek için her sahnesindeki beni bulmaya çalıştım. Biliyorsundur ki kendi kendine beddualar içerisinde özeleştirisini en çok veren faniyimdir. Yaşatılanlar daha bana az bile! Antepliydi, acıların hasını bilirdi, dersin. 

“Bilen bilir, bilmeyenler bir dal mercimek sanırmış.”

Yorumlar

Popüler Yayınlar