3- ATIF YILMAZ-MEMDUH ÜN-NAKIP ALİ VE BEN

Nakıp Ali
Eskilerin deyişiyle “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür.” Yani “İnsan hafızası unutkanlıkla sakatlanır.”

Zaman zaman notlar alırım fakat altına bir not düşmeye üşenirim. Daha doğrusu nasıl olsa unutmam; bu notun yazanı ben miyim yoksa alıntı mıdır anlarım, derim. Anlamam!

Bazen de kaybettiğim şeyi bulur; kaybetmemek üzere şu nişanelik yere koyayım derim, bu sefer de kaybetmemek için koyduğum yeri unuturum.

Nasıl bir beyinse, aniden kontak kopması oluyor… Telefonla konuşurken; birden aa, telefonu nereye koydum acaba, kayıp mı ettim, dediğim oluyor. Telefon kulakta, gözlük gözde fakat benim akıl bende değil. Babamı arayacak olsam, ismini fihristin ‘b’ sayfasında arıyorum. Yani, ‘baba’nın b’si.”

“Türkan Şoray’ı ‘Uzaklarda Arama’ ve Pavyon” üzerine yazdığımız yazıda yine bir hafıza kaymasına kurban gittik. Neyse ki zihin bulanıklığımızın farkında olduğumuz için, karıştırıyor olabileceğimizi de o yazıda not düşmüştük. Konya’daki “Oturak Âlemlerini” konu alan Türkan Şoray filminin “On kadın” filmi, olabileceğini “şüpheyle” söylemiştim. Evet, hafızamız sakatlanmış, filmi yanlış anımsamışız. Aziz dostum İlyas’ın yorum kısmında anımsatmasıyla düzeltmiş olduk ki o film “Gramofon Avrat” filmiydi.

Yine geçenlerde “siyasi meşruiyet” üzerine yazdığım yazıda konuyu açımlarken illaki ve tam olarak konuyu izaha yarayacak olan Ertuğrul Günay’ın devşirilerek kullanılmasının nedenini konuya tam iliştirecekken yine unutmuşum. Oysaki nede güzel konumuza yüzde yüz oturan bir örnekleme olacaktı.

Benim bu unutkanlık hikâyelerim daha çok su kaldırır; çok malzeme olur ona-buna, bana.

Söz sinemadan açılmışken, bir tarihte Emek Sineması’nda Atıf Yılmaz, Oğulcan ve ben bir filmi (Organize İşler, Yılmaz Erdoğan) yan yana izleme şerefine nail olmuştuk. Film arasında o, Oğulcan’ı severken, ben de kendisinin filminden söz ederek sohbet açayım, istedim.

- Son filminiz, “Sinema Bir Mucizedir”i de izledik, deyip lafa başladım.

Filme konu olan Nakıp Ali’den söz ediyorum… O, beni tebessümle dinliyor... Filmin koptuğu anlarda seyircilerin toplu ayin misali, makiniste karşı bağırarak,

- Lan ib…e makinist, Nakıp Ali’yi de geçtin!

Ünlemini nasıl seslendirdiklerini anlatıyorum. Bu Nakıp Ali, efsaneleşmiş bir sinema adamıdır. Bunu en iyi tanıyan-yazan ve Türkiye’ye tanıtan şair Ülkü Tamer, bir yazısında şunu anlatır:

“1950’lerin sonlarında İstanbul’da, Atlas Sineması’nda film seyrediyordum. Her nasılsa film koptu. Beş-on dakika sonra yine koptu. İçimden tam, “Nakıp Ali’yi geçti!” diyordum ki, salonun çeşitli yerlerinden sesler yükseldi: “Nakıp Ali’yi geçti!”

Suburcu’ndan (Antep’te merkezi bir bölge) Beyoğlu’na uzanan bir felsefeydi Nakıp Ali. Antep ağzıyla, sinine (kabrine) nur yağa.” (Ü.T. nezaketli davranıp “ib…e”yi yazmamış.)

Bir gün Ankara’daki Akün sinemasında film kopar. Ankara seyircisinin hiç de alışık olmadığı bir ses yükselir:

- Laaan, ib…e makinist, Nakıp Ali’yi de geçtin!

Yer gösterici şaşkınlıkla, sesin geldiği noktayı el feneriyle aydınlatır! Işıkta kalmış baykuş gibi patlak gözüyle fel fel bakan genç, benim çocukluk arkadaşım Erdoğan’dan başkası değildir. Erdoğan, kamaşan göz kırpıntıları içinde şu cevabı verir,

- Nakıp Ali, bizim Antep’in meşhur sinemacısıdır. Filim koptuğunda adettendir, bu şekilde bağırarak kızarız.

Demelerini falan anlatıyorum. Atıf Bey, kendine has o “şiiilp” sesini içine çekerek ha bire gülüyor… O güldükçe, anlatımım ne kadar da hoşuna gidiyor oh oh, diye ben, daha da ballandırarak anlatıyorum… En sonunda,

- Bırak Memduh Ün’ün filmini anlatmayı da şu çocuğa mısır patlağı alayım…

Başımdan kaynar sular aktı mahcubiyetimden. Hay, hafızamı… O yıl, kendisi de “Eğreti Gelin” filmini çekmişti. Diyorum ki acaba iki yaşlı kurdun filmlerini; filmlerin yaşıt olmasından mı yoksa kendileri mi (Atıf-Memduh) yaşıt olduğu için karıştırdım, onu dandik hafızama sormalı… Tabi, kendisinin asıl filmi olan “Eğreti Gelin”i de izlediğimi bu nedenle birbirine karıştırmış olacağım özrünü nezaketen ıkıla sıkıla dile getirdim… “Ben, senden hiç te iyi değilim.” dedi, beni rahatlatmak için. Gülüştük…

Sonra Emek’ten çıkıp, kapı karşısındaki Sine Pop sinemasında “Hababam Sınıfı Üç Buçuk” filmini de beraberce izledik… Ara sıra aynı günde böyle çift film, tiyatro vb. etkinlikler izlediğimiz olurdu... Eğer, takvimimiz sıkışmış ya da biriktirmişsek.

Az mı çektim bu unutkanlık denen ilettin elinden?

Küstah-kaba sanıldım, saygısız-terbiyesiz sayıldım… Oysaki en çok ben mahcup oldum.

Bir gün, çok saygı duyduğum yazar bir büyüğümle laflarken n’olduysa Amik Ovası’ndan mı söz edecektim, yoksa buna bağlı olarak Amik Ovası’nda konusu geçen kendi romanından mı söz edecektim, -şimdi yine zihnim karışık- ben çok samimiyim ama karşı tarafça çok küstah sanılacak bir edayla,

- Iı ıh… Abi ya şu senin konusu Amik Ovası’nda geçen … adlı romanını okumuştum da ne anlatıyordu ya, dedim. Sanki küçümsüyormuş, önemsemiyormuş gibi bir hava edasıyla… Oysaki unutmuşum, bunda samimiyim. Belki, soruş üslubumu ayarlayamamış olabilirim.

Adamcağız sıkıntılı bir şekilde önemsenmediğini düşünerek hem de benim küstah tavır takındığım hissiyle, önemli değil, işte konusu şuydu… İsteksiz yüz ekşiliğiyle cevap verdi vermesine ama ben o an yine unutkanlığım yüzünden zor durumda kaldığımı hissederek mahcubiyetimle birlikte kahroldum. Arada yıllar yılı geçti o yazarımızla her karşılaşmamızda acaba o diyalogumuzun kırgınlığını-kınamasını halen taşıyor mudur diye, yerin dibine batmak isterim. Ben mahcubiyetlerinin esiri olan biriyim, kurtulamıyorum! “İncinsen de incitme” felsefesiyle büyümüşüz bir kere!

Hâsılı kelam karşımdakinin adını unutup, senin adın neydi, diye sorduğum bile oluyor.

Bu illetin bilimsel tanımını aldım:

“Unutkanlık, kişinin etkinliklerinde kısıtlılığa yol açan ve beynimizin en önemli işlevlerinden biri olan bellek bozukluğu sonucu ortaya çıkan bir sorundur.

Daha gençlerde görülen unutkanlığın altında ise sıklıkla psikiyatrik sorunlar yatar. Örneğin günümüz şehir ve çalışma hayatının getirdiği stres, depresyon, gerginlik beyin işlevlerinden dikkat toparlama ve yöneltmeyi bozarak unutkanlık yapar.

Not: Çağın hastalığı olan Alzheimer’ın ilk semptomunun çoğunlukla unutkanlık olduğu söylenir/sanılır. Bu yanlıştır. Alzheimer’ın ilk semptomu davranış değişimleridir.”

Şimdi, biraz havayı yumuşatalım. Kimi folklorik nitelik kazanmış fıkralık olaylardan benimkilere benzeyenleri kendime uyarlamaya-uydurmaya çalışarak anlatayım bari.

Bunadım mı ne? Yorgunluktan merdiven ortasında durduğum oluyor; aşağı mı iniyordum, yoksa yukarı mı çıkıyordum hatırlayamıyorum. Bununla kalsam iyi!

Bir yolculuğumda Aksaray Orhan Ağaçlı tesislerinde moladayız… İndiğimde yolcusu olduğum otobüsün plakasını almayı unutmuşum. Burası çok kalabalık olur, aynı firmanın bir sürü otobüsü sıralı park halinde ama, benimkisi hangisi? Şimdi n’apacağım? Otobüsleri tek tek gezmeye başladım,

- Sayın yolcular, bir bakın bakalım ben, bu otobüsün yolcusu muyum?

En sonunda otobüslerin birisinde bir yolcu, gel gel buradasın, dedi de Ankara’ya varabildim.

Otobüs demişken, bir seferinde de otomobilimi unutarak kaybedişim aklıma geldi.

Bir sabah işyerinin servisini kaçırınca, mecburen çalıştırdım arabayı, vardım işe. Akşam iş bitiminde aceleyle servise bindim eve geldim ki ne görem? Bizim araba kapıda yok! Doğru, karakola koştum. Eşim telefon açtı,

- Nerde kaldın?

- Karakoldayım!

- Hayrola bir şey mi oldu?

- Eve geldiğimde araba yerinde yoktu, çalmışlar!

- Sen, sabah servisi kaçırıp da işe arabayla gitmemiş miydin?

Deyince hatırladım ki, işe arabayla gittiğimi unutup dönüşte servise binmişim, araba da iş yerinin garajında kalmış. Polisler,

- Beyefendi, evden önce hastaneye gitmek ister misiniz, dediler.

En son dün ortaya çıktı ki tam iki buçuk aydır kira ödemeyi unutmuşum. Üstelik de yarın ev sahibiyle yeniden mahkememiz var, iyi mi! Adamı kışkırtmak ister gibi… Cık cık!

Bu unutkanlık belası kendime olan güvenimi kırıyor. Ve artık mümkün olduğunca insanlar karşısında ciddi konulara dâhil olmamaya çalışıp, sessizce dinlemekle yetiniyorum. Korkuyorum, neme lazım yine olmadık küstah ve saygısız olma durumlarına düşmeyeyim diye.

Bunaklık derecesinde unutkanım ama ne nezaketimi ne de saygımı unutmadım. Ne de üslubumu bozarak kalibresi düşük sözcüklerle rol çalmaya kalkışıp güya başkalarını sıfırlarsam kendimi yüceltirim ya da bir şey sanırım tuzağına da düşmedim.

Yorumlar

Popüler Yayınlar