6- VASATLIĞIN EKONOMİ POLİTİĞİ ÜZERİNE

“Evlat peder olmuş, pedere söz yok / Odun maden olmuş, ocakta köz yok” 

Artık Oğulcan beni dinlemiyor, ayrıştık. Dile getirdiğim bu şey, bir korkudan ziyade duygusal bir travmadan ibarettir. Alışır… Alışır insan! Bu yolda ilk geçen ben değilim ki sadece “ilki” gören benim. 

Geçen hafta sonu sinema programı yaptık. Sinema önüne gelip de “Rüzgârın Hatıraları” filmine gireceğimizi anlayınca, “Bu, bana sıkıcı gelebilir. Karşıdaki Atlas sinemasında “Düğün Dernek 2” filmine girmek istiyorum; komik olduğu için çok izleniyormuş.” deyince, “Ne işimiz var mizahı olmayan abuk sabuk hareketlere gülünen filimde? Gel, görevliymiş gibi yanımda otur, bir taşla iki kuş vuralım, hem izleriz hem de ben bir yazı çıkartmış olacağım.” dedim. Hayır, komediye de yalnız girmem, gireceksek beraberce… Daha önce de böylesi tercih çatışması oluyordu ama uzlaşabiliyorduk… Ve Oğulcan’ı eve bırakıp ben döndüm kendi filmime. 

Muğla’da yaşayan ve şu günlerde harıl harıl komik bir senaryo çalışması yapan bir yazar abi, telefon açıp, “Mademki sinema eleştirisi üzerine de kalem oynatmaya başlamışsın, ulan, milyonlarca kişi izliyormuş şu filmi de hele bi git izle, yazıver ki piyasa koşullarına göre bizde eksik olan neymiş, senden bi okuyayım.” dedi. Buyurun işte… Aman, Oğulcan duymasın. Görevlendirildiğimiz film: “Düğün Dernek 2” Filmin adı bu kadar da değilmiş, bir de “Sünnet” ekliymiş. 

Feys kullanmadığı için, bu yazara ara sıra yazı maillerim. Vay efendim, ne kadar uzun yazıyormuşum!.. Şimdi intikam vaktim geldi. Yazıyı uzattıkça uzatmam gerekiyor. Evliya Çelebi’nin “Seyahatname”si kadar olsa da okuyacaktır. Çünkü kendi siparişidir, kaçamaz. Bu yazar abi, 160 sayfalık olan senaryoyu 200-300 sayfa arası kadar yazacakmış ki yönetmen rahat hareket etsinmiş… Hep bana hep bana!.. Sami’nin ki uzun, kendilerinin 300 sayfası kısa, öyle mi?.. Eyvah, kulağıma sesler gelmeye başladı küfür mü duydum ne? 

Profesyonel bir TV izleyicisi olan Filiz abla bir gün bana, “İşler Güçler” diye bir dizi var, çok komik; onu izlesen, hem neşen yerine gelir hem de beynine gaz...” Filiz ablam böyle diyorsa anladım ki reytingi yüksektir. Tabii ki ben, tembelliğimden hiç izleyemedim. 

Sonra bir baktım ki bu ekip “Düğün Dernek” adlı bir sinema filmi çekmiş. 

İzledim. Hemencecik söyleyeyim ki bu filmle ilgili yazacak hiçbir şey yok. Bomboş! 

Şimdi bu “Düğün Dernek” bir komedi filmi değil mi? Evet! Hani bir beylik lafı var ya “Güldürürken düşündüren…” Güldüremediği gibi, düşündürdüğü hiçbir şey de yok. Bir, köy kadınlarının toplaştığı sahnede folklorik bir tuluat tadında sahne var. Bir de Sırrı Süreyya’nın rol aldığı otel sahnesi ve… Hakkını yemeyelim üçüncü bir sahne daha vardı, arada zaman geçti onu da ben unuttum. Komedi filmi ya, etkisi yazıya vursun diye ben de böyle bir komik cümle yazmış oldum. Ha ha kih kih! Amanın, kendime ne güldüüüm! 

Bir Fransız sinema adamı der ki, “İyi bir senaryodan kötü bir film yapılabilir ama, kötü bir senaryodan iyi bir film asla yapılamaz.” 

Ha işte bütün mesele bu! Konu konudur. Senarist, ondan komedi de çıkartır, melodram da çıkartır. Aslında, İsviçre bıçağı gibi çok dallıdır senaryo tercihi. Bir temadan türler yelpazesi yapabilirsin. Ama sen, tutup da aldığın hikâye üzerinde açımlamalar yapamayıp, içine düştüğün darlığı da durum komedisiyle kapatmaya çalışırsan apışıp kalırsın böyle. Gel de Fransız yönetmenin ne demek istediğini şimdi anlama. 

Konu şu: Oğlu, Letonyalı (Zaten şimdiki komedilerde Rusya taraflarında bir gelin şart.) bir kızla evlenen Sivaslı bir babanın, illaki memleketimizde de düğün yapacağım ki kimseye, oğluna düğün dahi yaptırtmadı dedirtmem, takıntısı. 

Yöre kültürüne dayalı yapay aksilikler üzerine kurulu; durum komedisi yaratmaya yönelik daha ziyade mimiklerle beslenmiş sahnelerden ibaret şaklabanlıklarla bitirilen bir vasat film. (Aslında ortada Sivas kültürüne dair diyalektten başka bir şey de yok.) 

Bizim sinemamızda zekâ ürünü mizah yaratılamıyor mu ya da dünyada başarılı olmuş hazır bir şablonun ticari taklidi mi yapılıyor? (Bu tezim genele karşı değil, kısmidir.) Hazır şablon, tabii ki Şarlo tiplemesidir. Dünya sineması, Şarlo’yu günümüze taşıdı mı? Hayır! Neden? E her şey değişmekte değil miydi? O zamanın tekniğiyle ve zamanın hükmüne göre dar konu çeşitliliğiyle yerinde mizansenler ve koreografilerle beslenmiş olan tipik hareketler “genç sinema” izleyicilerine hoş gelebiliyordu. O bir dildi ve diller de gelişirdi. Derken o tiplemeler, sinemada teknoloji, konu ve alan çeşitlenince tarihteki yerini aldı. Ama bizde “sırf sakarlıklara” dayalı güldürmeler halen devam etmektedir. 

Filmin ilk yarım saatinde zaten bir şey yok. Sıkıldım çıksam mı, diyesiniz geliyor. Amerika’da sanayi tipi, hap şeklinde üretilmiş sit-com komedileri var. Durum yaratmalara dayalı salon-oda komedisi de diyebiliriz. Dar alan paslaşması şeklinde gittiği için tıpkı jilet kaydırması gibi hızlı hızlı şiiittt, fııışşşt şeklinde sahne geçişleri var. Bunu, bizim dizilerde de gördüğüm oldu. Bir baktım bu ekibin filmlerinde hep var. Zaten, ilk bunlar başlatmışlar. Bu teknik ve anlatım, sinemada pek de ciddiyet zeminine oturan bir şey değil; sinema sanatını resmen çiğleştiriyor. Ben mi yanılıyorum, bunun sinemada başka bir örneği var mıydı, diye kuşkuya düştüm ve sinema kültürüne teferruatlıca hâkim olan sinema eleştirmeni arkadaşım Ali’ye sorayım dedim: 

“Evet, ‘Düğün Dernek’ ekibinin sistemi böyle. Dizilerinde de geçerli. Hatta başka dizilere de sirayet etti. İyi fark etmişsin. Aynı zamanda Amerikan komedilerinden uyarlama, bunu da fark etmişsin. Hızlı konuşma ve sahne geçişleriyle durum komedisini farklı bir noktaya çekiyorlar. Nasıl ki rap müzik var, aynı şekilde gençliği yakalıyorlar.” Anlaşıldı hız tüketimi yani. Gördünüz mü şimdi 140 karakterlik hayat kültürünün bozmalarını? 

Derken bir de baktık bu filmin ikincisi gelmiş. Tabi ilkinde evlilik olunca elbette bir torun geleceği muhakkaktı ve onun sünneti n’olacaktı? İki dinli de aile söz konusu olunca araya sünnet yaparız-yapmayız çatışması sokulur ve senaryomuz bunun üzerine bina edilir ama, öyle sosyolojik bir irdeleme söz konusu değil de nasıl kaçak sünnet yaptırtıp üstün çıkarız atraksiyonlarıyla sürüp giden sahneler… Bekleyin, üçüncüsü de olacak. Garanti veriyorum on yedincisi de olacaktır. Bunu, ekonomi politik faslında irdeleyeceğiz. 

İlkinde iyi bir unsur yok ki, iyi de bir şey yazasın! İkincisinde de yine, bir düğün-sünnet telaşı… Aynı sakarlıklar dizgesi… İlkine göre kıyasla bakacağımıza göre hakkını yememek lazım. İlkini aşmış durumda. Espri sayısı ve kalitesi görece artmış, bazı yerlerde embesil olmayanlar dahi gülebiliyor. Bunda kaçış yok! Durum komedilerinde en ciddi adamlar bile zamanla gülebilirler. O zaman insanlara neyin komik geldiğine ve nelere gülebildiklerine de değinmemiz gerekecek. 

Ondan önce kadroya göz atmazsak olmaz. Senarist-yönetmen, Selçuk Aydemir. Gördük hünerini… Senaryoya bir puan, yönetmenliğine de üç puan veriyorum. 

Bir projede kurtarıcı jokerler vardır. Rasim Öztekin üstlendiği her rolün ve o projenin kurtarıcısı olur. Sinerjisi genele yayılan ve kötülükleri bile kamufle edebilen bir oyuncudur. 

Devlet tiyatrosunun Adana kanadında oyuncuymuş, Devrim Yakut. Özelikle ilk filmde harikalar yaratan bir oyuncu. Rasim’le uygun rolde yan yana olduklarında kurtaramayacağı proje olamaz. Bir işaret koyayım: Geleceğin Adile Naşit’i olacaktır. 

Ahmet Kural, oyunculuğu çiğ durmayan ama bu filmlerde mimiklere boğulmuş, Öztürk Serengil ve azcık da Mete İnselel karışımı. Acaba daha kendisi olamaz mı, tipi mi böyle? 

Kural’ın, Murat Cemcir’le dizi beraberliğine ve bu iki seriyle daha da sürecek “Düğün Dernek”lere bakarak bir ikili, Zeki-Metin çıkar mı? Böyle senaryolarda olursa bana ne? 

Sonuç itibariyle oyunculara itirazımız yok! Senaryo, cık! 

İnsanlara ne komik gelir, neye gülerler? İnsanlar normalin dışında olan şeylere gülerler. Mesela yürüyen insana gülmezler de düşen insana gülerler. Bir de rutin hayat içinde kendilerinin şimdiye kadar olağanmış-normalmiş gibi yaşadıkları algı-bilgi ve konuşmalarında var olan nüktedanlıkların ortaya çıkartılmasına gülerler. Ki biz buna mizah-komedi, deriz. Gülmek bize mahsus bişey. Biz hem tehlikeyi hem de gülünecekleri gören varlıklarız. Hayvanlarsa sadece tehlikeyi görürler. (Gülen maymun vardı di mi?) 

İşte biz, gülmenin ilkel olan ilk kısmına gülen bir toplum olduk. Gelişkin insanların yakalayabildiği nüktedanlıkları algılayamadığımız gibi gülemez de olduk. Bu bilinçli bir çökertmeydi. Eğitimden uzak, karınlarını duyuramayanların beyin kapasitesiyle anormali tarif eden durum komedileriyle ferahlıyoruz. Varoşa mahsus bir şey oldu bu. 

Anahtar, benim niteliksiz çoğunluklar, diye adlandırdığım varoşcuların elinde. Sosyal hayatı da kararttılar. Bu tez onları suçlamaya yönelik değil, yönetimlerin onları getirdiği noktaya eleştiridir. Karşılıklı fasit (faşist değil, yazım hatası yok. Kısır döngü) daire söz konusudur. Çökertilen bir toplum, kötüyü talep eden bir toplum, anca kötüyü algıladığı için artık kötü olanın verildiği bir toplum… Ölü seviciliği seviyesini aşıp da nedene inemeyen… Sonra da dönülüp, “Abi toplum bunu talep ediyor!” diye sövüşlenen bir toplum. Dumura uğratılmış! Nasıl mı? Somutlaştıralım: 

“Düğün Dernek 1” Türk sinema tarihinde 7 milyon 370 binlik izleyiciyle, 7 milyon 375 binlik “Recep İvedik 4”ün hemen arkasında ikinci film olmuştur. İlkinde eski parayla 70, bu ikincisinde şu güne kadar 5 milyon izleyici ve 60 trilyonla şu saat için 130 trilyon hasılat elde etmiştir. Ve bu 150 trilyonu bulacaktır. DVD, TV vs. gelirlerini katmıyorum. İki filmin birden maliyeti 5 trilyon. (Gelir karşısında ne komik!) Bilmem olay netleşiyor mu? Toplumun çökertilmesinde nasıl “rantlar” elde edildiği görülüyor mu? Bunların karşılığında 13 bin izleyicide kalan filimler olduğunu da unutmayalım. Hatta perde göremeyenleri de… Bunları da aç bırakan, varoşcuların gerçeğe olan itibarsızlıklarıdır. 

İşte bu seviyesizlikten-kalitesizlikten yaralanmak için “konusuz, şive ve küfür üzerine kurulu” komedi(sizlik)ler yaratıldı. Tamamen ticari faaliyetlerdir bunlar, sanat değildir. Şive ve küfrün folklorik bir tadı ve kalitesi varsa amenna. Mesela “Dondurmam Gaymak” izleyin de görün yöre ve şiveye dayalı komedi nasıl olurmuş? Felsefi yönü olan bir film. 

Senaryosu olmayan filmlerde; durumlara yönelip, abartılı, çoluk çocuğu utandıran ve iğrendiğimiz sokak kültürünü meşrulaştıran, “yedirmelere” başvuruyorlar. Bunlar süre içinde masummuş, normalmiş gibi algı ve kabule kapı aralıyor. Nitekim eskiden kızların sokaklarda, “lan mına kodumun piçleri” şeklinde küfürler ettiklerini duyan varsa el kaldırsın. Ya şimdi? TV’de sinemada çıkanların ağzında kızlı-oğlanlı bu replikler. Şimdi, haftaya oynayacak bir filmin fragmanını izledim, küfürlerden geçilmiyor, iğrendim. 

Aksilikler komedyası üzerine kurulan filmler avama yöneliktir. Felsefesi olmayan aksilikler komedyası senaryoyu pespayeleştiren bir durumdur. Konuyu açımlayamayıp dar çerçevede tutarsan “Çarli Çaplin” taklidi durum komedilerine yönelir, filmini ve kendini hakikaten biraz “komikleşirsin.” 

İnsan, böylesi bir varoş tavlama filmlerinden kazara çıkarken, bari bir gören olmasa endişesiyle çıkıyor yahu! 

Demek ki her şeyin başı paraymış(!) Öyle mi? 

Vasatlığın ekonomi politiği bu minval üzere. 

Bilmem bu yazıdan o yazar abi, ders alır mı sinemadan para kazanma konusunda. 

Yorumlar

Popüler Yayınlar